16 Mayıs 2017 Salı

Genel Türk Tarihi'nin Bazı Kaynakları Hakkında

Hiung-nu Kitapları: Her ne kadar Türklerin kendi dillerinde yazdıkları ilk yazılı eserler yukarıda ayrı ayrı değinilen yazıtlar ise de son araştırmalar ışında Çin’de devlet kurmuş olan Hiung-nuların Çin dilinde kitaplar yazdıkları bilinmektedir. Kitaplardan hukuk alanında yazılmış olanı IV. yüzyılın başlarında vücuda getirilen Hsin Hai Chih tu ismli kanun-namedir ki, beş bin kelimeden oluştuğu bilinmektedir. Böylece adı geçen eser Türklerin ilk kanun-namesi konumuna çıkmaktadır[1]. Kanun namenin “Sonraki Chao Devleti Devleti[329-251][2]” yöneticisi Shih-po olduğu söylenmiştir. Bundan hariç bu kabilden olan bir fal kitabi, bir tarih kitabı, şehir kayıtları ve Budizm ile alakalı eserlerde Hiung-nuların yazdığı eserler arasında zikredilmiştir[3].
DivânüLügâti’it-Türk: Söz konusu tek el yazma nüshası İstanbul Kütüphanesi’nde olan ve toplam 319 folyodan oluşan[4]Divân-ı Lügâti’t-Türk, yazarı Kaşgar doğumlu olmasından dolayı Mahmud el-Kaşgarî diye de bilinen, babasının el-Hüseyin bin Muhammed olduğu söylenmiş olan Kaşgarlı Mahmud’un bir eseridir. Bir Türk Lehçeleri sözlüğü kapsamında olan eser ayrıca, Türkçenin ses biçim özelliklerden, Türk kültüründen, tarihi Türk Coğrafyasından, atasözleri ve deyimlerden, Türk boylarından[5], Türk Mitolojisinin unsurlarından ve inanç sisteminden[6] bilgiler içerir. 15. yüzyılda Antepli Aynî ve kardeşi Bedreddin Mahmud’un yazmış olduğu Tarihü’ş-Şihabi adlı eserde ve 17. Yüzyılda Kâtip Çelebi’nin Keşfü’z-Zünun adlı eserinde[7]1072 yılında yazılmaya başlanıp 1074’te bitirildiği zikredilen[8]DivânüLügâti’t-Türk’den yararlanıldığı ve Divân’ın zikredildiği bilinmektedir[9].
            1914 yılına gelene kadar varlığı bilinmekle birlikte her hangi bir nüshasının mevcut olmadığı söylenen [10]Divânü Lûgati’t-Türk’ün bulunuşu eski maliye nazırı Nazif Paşa’nın akrabası olduğu bildirilen bir kadının ne olduğunu bilmeden eseri Sahaflar Çarşısına getirmesiyle başlamıştır. Kitapçı Burhan Efendi’nin eseri maarif nezaretine satma girişimi fiyatı çok bulunarak reddedilmesiyle sonuçlanmıştır. Eserin nihayet Ali Emirî beyin eline ulaşması ve sadrazam Talât Paşa’nın aracılığı sonunda 1915-17 yılları arasında üç ciltlik baskısı yapılmış ve bu tek nüshanın kaybolması engellenmiştir[11].  Bir sonraki en ciddi çalışma yukarda zikredilmiş olan Kilisli Rifat’ın 1915-17 neşrinden faydalanarak C. Brockelmann yapmıştır. Kilisli Rifat’ın çalışması esasen eleştirel bir çalışma yerine bir kopa etme işlemi gibi görünmektedir. C. Brockelmann daha eleştirel bir sözlük neşrine çalışmış ise de Kilisli Rıfat’ın çalışmasını kaynak alan Brockelmann’ın çalışmasında bazı yazım ve gönderme hataları olduğu söylenmiştir. Nihayet Divân’ın en önemli ve sağlıklı tercümelerinden biri 1939-41 Besim Atalay’ın çalışması olmuştur. Peşinden bir tıpkıbasım ve dizinin de yayınlandığı bilinmektedir. Atalay’ın eksiksiz ve yöntemli olduğu bildirilen çalışmasında da bazı ufak tefek eksikleri olduğu bilinmektedir[12]. Atalay, her şeye rağmen Divan üzerine olan çalışmalardan en önemli bir tanesi olan eserini hazırlarken tek başına görünmemektedir. Özellikle TDK Kütüphanesi, arkadaşları ve özellikle meşhur müsteşrik Velidi Togan’ın yakın dostu olan Abdülkadir İnan’dan yardımlar aldığı da bilinmektedir. İnan’ın özellikle Doğu Türkçesini iyi bilmesinden dolayı da yardımı dokunduğu zikredilmiştir[13]
            Eserin Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazılmış olduğu, kendi hakkında yazdıklarına baktığımız takdirde Türk olduğunu düşünebileceğimiz Kaşgarlı Mahmud’un kendi söylemlerinde kendini belli etmektedir. Eserin sözlük kısmı haricinde bir de eylemlerden türeyen adlardan sözcük vezinlerine kadar Türk Dilinin anlatılığı dilsel kaide ve kurallarla örülü kısım vardır. Yazarın belirttiği sekiz kitap da bu bahsedilen dilsel kaidelerin bulunduğu kısmın tasnifini içerir. Bu kitaplar: Hemze Kitabı, Sâlim Kitabı, Muzâaf Kitabı, Misal Kitabı, Zevâtü’s-selâse Kitabı, Zevâtü’l-erba’a Kitabı, Gunne Kitabı, Cem beyne’s-sâkineyn Kitaplarıdır[14]. Diğer taraftan eserin dilinin Arapça olduğu Araplara Türkçeyi öğretmek için yazılmış olmasından çıkarılabilir[15]. Arıca eser de bir Türk Dünyası haritası da vardır[16].
Kutadgu Bilig:1069-70 yılında, Kaşgar’da, Yusuf Has Hacip tarafından yazılan eserin[17], bir felsefe, siyaset, nasihat-name kitabı karakterini taşıdığı ve tıpkı Kaşgar ile Bağdat arasındaki sıkı bağ gibi Türk Kültürü ve İslamî motiflerle mecz edilmiş bir yapıttır. Her ne kadar onda İran tesirlerinin söz konusu olduğu söylenmişse de Halil İnalcık İran etkisinin abartılacak derecede olmadığı bildirmiştir. İran etkisinin ise şeklen Şahname’ye benzemesinden dolayı öne sürülmüş olduğu düşünülmekle birlikte bizzat eserin ismi, içinde bulunan pek çok Türk Kültürüne has (kut, buyruk, Ötüken beyi gibi) motif ve söylem eserin özgünlüğünü ortaya koymaktadır[18]. Siyaset boyutundan başka Fert-toplum, fert-devlet bağlarından,  erdem ve hatta “kadın değişinden”[19] de bahis açmakla ayrıca sosyolojik ve etik bir yönde taşıdığı iddia edilebilir.  Eserini yazarken altmış yaşına yaklaşmış olduğu anlaşılan Yusuf Has Hacib’in bizzat kendisi eserini okuyana iki acunda da mutluluk vermesi ve yol göstermesi[20]için yazdığını söylemiştir. Bahsi geçen beyan ise Saadettin Gömeç’in Kutadgu Bilig’in sadece üst kesime ve devlet adamlarına yönelik yazılmadığı görüşünü desteklemektedir. Diğer taraftan “kutadmak” fiili ile eserin ismine bakıldığında devlet yöneticileri için bir nasihat ve yol gösterme amacını taşıdığı düşünülebilir[21]Tavgaç Ulug Bugra Han[22](diğer bir zikriyle Tamgaç Han Hasan bin Süleyman[23])’a sunulduğu bilinen eserin 6645 beyitten oluştuğu belirtilmiştir[24].
            Eser üzerine ilk çalışmanın Pierre Jaubert tarafından 1825 yılında yayımlanan “Noticed’unmanuscritturc en caractèresouigoures, envoyé par M. de Hammer, à M. Abel-Rémusat” olduğu bilinmektedir. Diğer iki çalışmadan çalışmadan biri meşhur Türkolog Vambery tarafından 1870 yılında yapılmıştır. 1825-1947 yılı arasındaki ilk çalışmalardan diğeri ise Radloff’a aittir. Ancak bu ilk çalışmaların eserin bütün nüshalarına dayanmamasından ve ilmî bir neşrin bulunmamasından dolayı bir takım eksik ve okuma hatalarına sahip olduğu söylenilmiştir. Ancak eser üzerine ilk ciddi ve başarılı çalışmanın R. Rahmeti Arat’ın 1974 ve 1958 yıllarında tamamladığı Metin ve Tercüme yayınlarıdır. Bu çalışmalardan başka ise İnalcık, AlessioBombaci, Karl Brockelmann, S. Malov, H. Namık Orkun, Mehmet Fuad Köprülü, Barthold ve Zeki Velidi Togan gibi ünlü Türkologların da çalışmaları söz konusudur. Bahsi geçen eser hakkındaki çalışmaların kronolojik bir sır ile incelendiği Erdem Uçar’ın çalışmasında daha pek çok isim ve çalışma görülebilir[25].
            Biçimsel olarak aruz vezni ve Şehname geleneği ile yazılmış ise de muhteva açısından hem yukarda bahsedilmiş açılardan hem de edebi bir eser olmaması cihetiyle ayrılır. Özellikle özgünlüğü yakaladığı nokta olarak tiyatral ve alegorik yapısı göz önüne alınmalıdır[26]. Alegorizmi oluşturan dört adet ana unsur göze çarpar. Bunlar Kün-Togdı, Ay-Toldu, Ögdülmiş, Ogdurmuştur. Kün-Togdı’nınhükümdarı[27] temsil ettiği ve ona kanun, adalet kavramlarının atanmış[28] olduğu,  Ay-Toldu’nun veziri temsil ettiği[29] ve ona kut ve mutluluğun atanmış olduğu[30], Ögdilmiş’in bilge olduğu ve ululuğun atandığı, Odgurmuş’un sofu olduğu ve ona akıbetin atanmış olduğu zikredilenler. Bu karakterlerden ve atamalardan en dikkat çekici iki nokta gözükmektedir. Bunlardan birincisi Ögdülmüş, yani aklın yansımasının Ay-toldunun, yani vezirin oğlu olmasıdır. Diğer taraftan hakana adaletin atanmış olması XI. yüzyıl Türk algısında hakanın ön plana çıkan yanının adalet olduğunu düşünmeye sevk edebilir. Son olarak eser, Türk devlet algısından, hakan-halk algısına, devletle ilgili kurumlardan ilk Müslüman Türklerin algılarına kadar okuyucuya bilgi vermektedir.
            Irk Bitig: Doğu Türkistan’daki Bin Buda Mağaralarında bulunduğu ve bugünkü tek nüshasının “Brtish Museum”’da mevcut olduğu bilinen eser[31] Or. 8212/161 katalog numaralı olmakla birlikte Eski Türk Runik Harfleriyle yazılmış metinler içerisinde en hacimli olanıdır. Bir fal kitabı olduğu zikredilen eserin 809 satırdan oluşup 104 sayfa olduğu bilinmektedir[32]. A. Stein tarafından bulunmuş olan[33] mezkûr eser üzerine ilk çalışmayı V. Thomsen’in 1912 yılında Journal of The Royal Asiatic Society isimli dergide yayınlanan “Dr. M. A. Stein’s Manuscripts In Turkish ‘Runic’ Scriptfrom Miran and Tun-Huang” makalesi ile yaptığı 2013 yılındaki bilgiler ışığında bilinmektedir[34]. Thomsen’in çalışmasından sonra ise eser Orkun’un Türk Yazıtları isimli yapıtının ikinci cildinde işlenmiş, 1951 yılında Malov tarafından Pamyatniki Drevetyurskoypis’mennosti adıyla iki çalışma yayınlanmıştır. Yukarıda Irk Bitig hakkında yapıldığı belirtilen çalışmaların sorunlu bölümlerine dair Clauson “Notes on the Irk Bitig” adıyla 1961 yılında bir makale yayınlamıştır, Marcel Erdal ise “Irk Bitig Üzerine Yeni Notlar” adıyla 1977[35] yılında ayrı bir makale çalışması gerçekleştirmiştir. Bunlardan özellikle Erdal’ın çalışması yeni bir yayım yapılabilecek şekilde hacimli notlar barındırdığı şeklinde değerlendirmekle önemlidir[36]. Diğer taraftan bu çalışmalardan daha sonra yapılmış olduğu bilinen İkeda’nın 1984 tarihli “The Irk Bitig, an Ancient Book of Divination”, TheBulletin of International InstituteforLinguisticSciences, Kyoto SangyoUniversity, IV/1 künyeli eseridir ki Talat Tekin tarafından kendinden önceki eserler arasında ayrıca önemli olarak belirtilmiştir[37]. Son olarak sayılabilecek çalışma ise Tekin tarafından 1993-2004 yıllarında yapılan çalışmalardır[38].
            Eserin zamanı hakkında Pars yılının ikinci ayının on ikinci gününde yazıldığı bilinmekle[39] birlikte muhtemelen on iki hayvanlı takvimin miladi takvime çevirisi ile ilgili bir sıkıntı olsa gerek eserin miladi telif tarihi hakkında bir mutabakata varılamamış olduğu zikredilmiş olmakla birlikte Thomsen VIII. yüzyılın ortaları ile IX. yüzyılın başlarına tarihlemektedir[40]. Diğer bir tartışma konusu ise Irk Bitig’in dini niteliği üzerinedir. Thomsen Maniheist bir eser olarak kabul ederken diğer bir meşhur Türk dilcisi A. vonGabain eserde Maniheizm etkisine rastlanılamadığını söyler. Thomsen’ın eserde Maniheist bir etkiyi görmesi falların iyi ve kötü şeklinde ayrılması, iyi-kötü değerlendirmeleri ile alakalı olmalıdır[41]. Ancak Kuban Seçkin eser üzerine daha başka bir noktaya dikkat çekmektedir. Onun verdiği bilgilere göre Irk Bitig ne sadece dinî bir eserdir ne de sadece gelecekten haber veren bir kehanet, fal kitabı. Onun verdiği bilgilere göre Irk Bitig hem İslamiyet Öncesi Türklerin iyi-kötü algılarını (bir diğer deyişle Türk değer yargılarını) hem de Türk algı ve düzenini yansıtmaktadır. Seçkin tarafından verilen kısımlara bakıldığında özellikle bu kısımlardan 56., 62., 64. Kısımlar Türk algısında toplum olmanın, toplumsal birliği sağlamanın ve özgür olmanın iyi olarak algılandığını dışavurumcu (expressionist) bir çıkarımla söylemeye gayet elverişli durmaktadır. 16., 25., 37. satırlar ise bunların zıttı durumları ortaya koymakta ve kötü olarak atanmaktadır. Eser hakkında söylenebilecek diğer bir yorum ise kötünün iyi, iyinin de kötü üzerinden tarif edilmiş olmasıyla eytişimsel (dialectic) bir yöntem kullandığı düşünülebilir[42].
AltunYaruk: Altun Yaruk demekle bilinen eserin gerçek adının Suvarnaprabhasottama olduğu bilinmekle birlikte eserin asli dilinin Sanskritçe olduğu çıkarılabilir. Dolayısıyla Şiƞko Şeli Tutuƞ onun yazarı değil, onu Uygur Türkçesine çeviren kişidir. Şiƞko Şeli Tutuƞ’un Altun Yaruk isimli eseri[43] Çince olan Ji-Ying nüshasından[44] Uygur Türkçesine çevirdiği bilinmektedir ki mezkûr eseri Sanskritçeden Çinceye çeviren kişinin de Çinli rahip I-tsing olduğu zikredilmiştir[45].
            Eseri Uygur Türkçesine çevirme işinin sorumlusu olan kurulun başkanı olduğu Şiƞko Şeli Tutuƞ’un[46] kendisi hakkında etraflıca malûmata sahip olunmadığı zikredilmiş olmakla birlikte On Uygur memleketinin, Beş Balık şehrinden olduğu bilinmekte ve X. yüzyılda yaşamış olması gerektiği düşünülmektedir. Haricen, Tutuƞ’un VIII. yüzyıldan itibaren Dunhuang (Dowhang)’da yayılmaya başlamış olan Rahip Xuan Zang’ın öğrencilerinden Kui-Ji isimli bir Budist rahibin kurmuş olduğu zikredilen Vijñanavada isimli okulun öğrencilerinden olduğu da konu hakkında söylenenler arasındadır[47]. Eseri Çinceden tercüme etmek ve bir Budist okulunda öğrencilik etmiş olması bağlamında Çinceyi iyi derece bildiği ve Budizm’e de hâkim olduğu düşünülebilir.
            Budizmin Mahayana[48] kolunun inancından çıkmış olduğu söylenen[49]Altun Yaruk’un Berlin ve St. Petersburg olmak üzere iki ayrı kopyasının olduğu bilinmektedir. Berlin nüshası diye anılan kopyanın XX. yüzyıl içerisinde Almanlar tarafından Doğu Türkistan’a yapılan geziler sonucunda ele çıkarıldığı bilindiği gibi tam olmadığı ve birçok parçalardan oluştuğu zikredilmiştir[50]. Bu olumsuz duruma rağmen Çince olan nüshası ile St. Petersburg nüshasına nazaran daha uyumlu olduğu söylenmiş olması hasebiyle Berlin nüshasının da kendine has bir önemi olduğu düşünülebilir. Bu nüshanın Berlin Bilimler Akademisi’nde olduğu bilinmektedir[51]. St. Petersburg nüshasının ise S. E. Malov tarafından Çin’in Gansu vilayetindeki Su-cou Şehri civarındaki Wun-şi-go köyünde mağara tipi bir ibadethanede bulunmuştur. Malov’un, St. Petersburg nüshasını 1910 yılında gerçekleştirdiği üç ayrı gezide parça parça toplayarak oluşturduğu bilinmektedir. Bahsi geçen nüshanın St. Petersburg  Otyantal Araştırmalar Enstitüsünde S I [= Serindia4] M/1 (1913 No 1915)kayıt numarasıyla muhafaza edilmekte olduğu bilinmektedir[52].
            AltunYaruk hakkında ilk kez bilgi veren ve esere ait parçaları Çince asılları ile beraber yayınlayan kişi F. W. Karl Müllerdir. Müller’inUigurica I adlı eserindeki[53].çalışmasında hem transkripsiyon hem tercüme yapılmıştır (1908). Yayınlanan parçaların T III 84, 84; T III T. V. 56; T III M 56, 1; T III M. 56, 13/B; T III 56, 8; T III56, 9 numaraları parçalardan oluştuğu zikredilenler arasındadır. 1913-1917 yılları arasında ise Malov ve Radlov’un çalışması dört cilt halinde yayınlanmıştır. Bu eser S.t. Petersburg nüshasının Uygur harflerine aktarılarak Malov tarafından yazılan bir girişi ve değerlendirme ile birlikte yayınlanmıştır. Diğer bir çalışma ise W. Bang ve VonGabain’in daha derli toplu transkripsiyon ve Almanca tercümesidir. 1930. Bundan önce Radlov’un bir tercüme girişimi öz konusu olmuşsa da ömrü ifa etmediğinden dolayı yarım kalmıştır. Bu yarım kalan çalışma da daha sonra tamamlanıp yayınlanmıştır. Türkiye’de ilk çalışma R. Rahmeti Aratın Radlov ve Malov nüshasının 607/08-616/10 kısımlarından yapılan yazı çevirimi çalışmasıdır (1936). Rahmeti'den sonra en önemli çalışma Saadettin Çağatay’ın daha kapsamlı açıklamalı tercümesidir. Çağatay’ın çalışmasında bir de dizin bulunmaktadır[54].
Sekiz Yükmek: Araştırıcılar tarafından en iyi incelenmiş Uygurca metinlerden olduğu zikredilmiş olan[55] Sekiz Yükmek’in yüzden fazla nüshası olduğu[56]ve dilsel olarak Tibetçe, Moğolca nüshalarının da varlığı bilinmekle birlikte bu nüshaların en iyi korunmuş olanının London Scrool olarak da bilinen Londra nüshası olduğu zikredilmiştir[57].Çinceden tercüme edildiği bilinen eserin[58] mütercimi Altun Yaruk’u Çinceden tercüme etmiş olan Şiƞko Şeli Tutuƞdur[59]. Gömeç tarafında dilinin son derece sade olduğu söylemiştir[60] ki bu durum onun Uygurlar arasında epeyce yayılmış olmasına[61] etki etmiştir denebilir.
            Gömeç tarafından Burkan[62]’ın verdiği vaazların toplanmış olduğu bir eser olarak tanımlanmış[63] ve Ercilasun tarafından da doğrudan doğruya Budist bir eser olarak bahsedilmiştir[64]. Ancak buna rağmen eserdeki bazı motiflerin yorumlanması yoluyla eserin Budist değil Maniheist olduğunu iddia edelerin varlığı da bulunmaktadır[65].
            Eser Macar jeoloji heyetinin Bin Buda Mağaralarını bulmasından kısa süre sonra (1907’de)Stein tarafından bu mağaralarda bulunmuştur. Eser üzerine ilk çalışmayı 1915 yılında Toru Haneda yaptıktan sonra 1934 yılında W. Bang, vonGabain ve R. Rahmeti Arat gibi çok önemli Türkologların ortak çalışması olan Türkische Turfan Texte’nin altıncı cildinde neşredilmiştir[66]. Sekiz Yükmek hakkındaki son önemli çalışma ise L. Ligetti tarafından 1971 yılında yapılmıştır[67]
Maitrisimit: Aslının Hintçe olduğu bilinen Maitrismit isimli eserin önce Toharcaya sonra da Prajñaraksita Kässi Acarya tarafından Türkçeye çevrildiği “Sängim I” nüshası hakkında verilen bilgilere bakıldığında fark edilebilir[68]. Şinasi Tekin’in verdiği bilgilere göre eserin mütercimi Türk olmalıdır ve Prajñaraksita onun rahip adıdır. Bununla birlikte mütercimin Batı Türklerinden olduğu ve İl Balık’ta doğduğu söylenmiştir ki bugün İli Irmağı üzerindeki Kulca isimli şehre karşılık geldiği belirtilmiştir.  Türkçesinin Maytrı ile Buluşma olduğu söylenen eser[69] gelecekte Budanın tekrar dirileceği inancını işleyen[70] eserin Hinayana Budizmine ait olduğu söylenmiştir[71].
            Eserin bilinen üç nüshası olduğu eser hakkında zikredilenler arasında olup I. nüshası Senggim isimli bölgedeki bir manastırın kütüphanesinde, II. nüshası Senggim kasabasının 5 kilometre kuzeyindeki Murduk çayının kıyısındaki bir manastırda ve III. Nüshası ise yine Senggim şehrinde bulunmuştur[72]. Bunlar elbette Uygur dilindeki nüshaları idi. Bunlar haricinde farklı dillerde Maytrısimitlerin var olduğu bilinmektedir. Bunlardan birinin Toharca olduğu[73] bilindiği gibi Hintçe ve Çince versiyonlarının da var olduğu zikredilenler arasındadır. Bununla birlikte Hintçe eserin tamamının kaybolduğu ve Çince nüshalarında Uygurca nüshalar kadar ayrıntılı olmadığı Şinasi Tekin tarafından Maitrisimit nüshaları hakkında verilen bilgiler arasındadır[74]. Senggim ve Murduk nüshalarının Berlin Collection’da, bir diğer nüshanın Kyoto’daki Ryukoku Üniversitesi Kütüphanesinde, SI5129 numaralı parçanın ise St. Petersburg’da olduğu bildirilen KrotkovCollection’da, bunlardan farklı olarak iki başka parçanın da Helsinki’de olduğu bilinen Mannerheim Collection’da, diğerlerinin ise Urumçi-Xinjiang Müzesinde bulunduğu bilinmektedir[75].
            Maytrısimit hakkında ilk çalışmanın 1916 yılında F. W. K. Müller tarafından Maitrismit und ‘Tocharisch başlıklı eser tahtında yapılmıştır. Bundan ayrı olarak A. V. Le Coq’un 1957 ve 1961 yıllarında iki cilt olarak yayınladığı eseri sayılabilir. Türkiye sahasında da konu ile ilgili ilk ve tek ciddi çalışmanın Şinasi Tekin tarafından 1960 yılında yapılmış olduğunu söylemek kafidir dense konu burada tamamlanmış kabul edilebilir[76].

Budist Uygur Çetikleri: Uygurlardan kalan yazılı eserler arasında çetik denilen hikayelerin de var olduğu bilinmektedir[77]. Bu hikayelerin yazılı kaynaklar arasında algılanmasının sebebi sorulacak olursa mevzu bahis olan hikayelerin bizzat Uygurlar döneminde kaleme alınmış olmaları cevap olarak verilebilir. Bunların en çok bilinenlerinden biri eski Türkçesi “Edgü Ögli Tigin birle Ayıġ Ögli Tigin” olan Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikayesidir[78]. XX. yüzyılın ilk çeyreğinde, Paul Pelliot tarafından[79] Kansu bölgesindeki Bin Buddha manastırında bulunmuş olan[80] eserin X. yüzyıla ait olduğu zikredilmiştir[81].  İyi kardeş kötü kardeş motifini işleyen eserin[82] ahlaki nasihatler içerdiği bilindiği gibi cennet cehennem gibi kavramların Türkçelerini bünyesinde barındırması açısından önemlidir[83].
            Bunun haricinde üç önemli hikayenin daha varlığı söz konusudur. Bunlar; Maymunlar Beyi Hikayesi, Dantipalı Bey Hikayesi ve Mukaddes Tavşan Hikayesidir. Uigurica IV isimli akademik dergide yayınlanmış olduğu bilinen hikayelerin çalışmalarına F. W. K. Müller tarafından başlanmış ancak onun vefat etmesinden sonra yarım kalan işi A. Von Gabain tarafından tamamlanmıştır. Bahsi geçen üç hikayeden Maymunlar Beyi hikayesinin epeyce bir kısmı eksik olduğu pek çok satırı da hasarlıdır. Dantapalı Bey Hikasi, Maymunlar Beyi Hikayesi gibi toplu kopuşlara sahip değilse de satır kopuşları ziyadesiyle fazladır. O derece ki yer yer anlam bütünlüğü yakalanamamaktadır. İkinci hikayenin konusuna dikkat edilecek olursa avcılığı men etme, can almama gibi nasihatlar içeren bir Budist hikaye olduğu gibi Buddha’nın hayatına yapılan atıflar da dikkat çeker. Üçüncü hikaye ise yine Budist öğreti ve nasihata uygun olarak yardımlamayı nashat eden ve budizm reankarnasyon inancını içeren bir hikayedir. Satır kopukları bunda da olmasına rağmen diğerlerine nazaran daha sağlam bir metindir. İkinci ve üçüncü hikayenin ortak noktası ise fabl tarzında hayvanların konuştuğu bir yapıya sahip olmalarıdır[84].


Divân-ı Hikmet: Müellifi meşhur alim Hoca Ahmet Yesevî olduğu bilinen Divân-ı Hikmet’in XII. Yüzyıldan önce yazıldığı düşünülmektedir. Müellifin Çimkent’in doğusundaki Sayram kasabasında doğduğu bilinmektedir. Tahsiline Yesi’de Arslan Baba’ya intisab ederek başladığı daha sonra Buhara şehrine geçip devrin ünlü alimlerinden olan Yusuf el-Hamadanî’den dersler aldığı ve Hamadanî’nin vefatından bir süre sonra onun yerine geçmiştir. 63 yaşından sonra kendini çile-hâneye kapattığı ve vefat edene kadar orada kaldığı hakkında söylenen arasındadır. Ölüm tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla beraber yüz yirmi beş yaşında hakkın rahmetine kavuştuğu rivayetler arasında bulunmaktadır[85].   Ahmet Yesevî’nin bilinen iki eseri mevcuttur ki bunlar biri Divân-ı Hikmet diğeri ise Fakr-Namedir[86].
            Yesevî dervişlerinin, Ahmet Yesevî’nin ölümünden sonra da onun üslubu ile yazmayı mukkades bilmişler ve kendi şiirlerine de onun adını koymuşlardır. Bundan dolayı mevcut Divan-ı Hikmetlerin arasında sadece Ahmet Yesevî’nin değil onun arkasından giden sufîlerinin de şiir ve manzumlarının olduğu söylenmiştir[87].  Ahmet Yesevî’nin eserinde “ben defter-i sani sözünü açtım” demesi Divan-ı Hikmetin esasen defterler halinde düzenlenmiş olduğunu düşündürtmektedir. Diğer taraftan birinci defterin kayıp olduğu ve eldeki Divan-ı Hikmet’in ikinci defterden ibaret olduğu bildirilmiştir[88]. Kemal Eraslan’ın eldeki Divanların üslup ve dil olarak birbirlerine kıyasla farklılık gösterdiklerini söylemesi önemlidir. Hatta Eraslan, Divan-ı Hikmet nüshalarının bazılarında  Yesevîden birkaç asır sonra yaşamış bazı alimlerden bahsedildiğine tesbit etmiştir[89]. Divân-ı Hikmet’in en eski nüshasının XVI. ya da XVII. yüzyıllara kadar inebildiği[90] bilgisi göz önüne alındığında eldeki veriler eşliğinde söylenebilir ki Divan-ı Hikmet’e eklemeler yapılmış, çıkarılan bazı nüshalara eseri kopye edenler tarafından da eklemeler yapılmıştır. Farklılıkları bahsi geçen eserin nüshalarında hikmet sayısının belirtilmesinde dahi görmek mümkündür. Kazan nüshasındaki dörtlükte Ahmet Yesevî’nin dört bin dört yüz hikmet yazdığı söylenmişken[91], Kayseri’de bulunan Divân-ı Hikmet nüshasının iki yüz on dördüncü sayfasında ise üç yüz altmış hikmet yazdığı söylenmiştir[92].
Bahsi geçen eserin  tarafımızdan bilgisine ulaşılabilen dokuz yazma nüshası vardır. Ahmed Caferoğlu nüshası, Emel Esin nüshası diye adlandırılan yazmaların istinsah tarihleri belli değil iken Menchester nüshasının Miladi 1800, İstanbul Üniversitesi Türkçe Yazmalar bölümündeki nüshası Hicri 1260 tarihlidir. Yakın devirlere ait olan iki adet Millet Kütüphanesi nüshası, iki adet Konya nüshası da mevcuttur. Bunlardan ayrı olarak bir adet Kayseri nüshasının var olduğu da bilinmektedir. Kazan Hicri 1295 baskısı, Taşkent Hicri 1314 baskısı ve İstanbul Hicri 1299 baskısı olarak üç adet basma nüshası da bulunmaktadır.
Türkiye coğrafyasında eser üzerine ilk çalışmaların Miladi 1909 yılında el-Hâcc Hasan Şevki tarafından Osmanlı Türkçesine tercüme edilmesi suretiyle yapıldığı ve bu çalışmanın Terceme-i Divân-ı Ahmed Yesevî adıyla iki cilt olarak İstanbul Millet Kütüphanesinde basıldığı bilinmektedir. Bundan sonra ise mevcut olan iki ehemmiyete haiz çalışmadan biri 1983 yılında Kemal Eraslan tarafından Divân-ı Hikmet’ten Seçmeler adıyla yapılmıştır. Diğeri ise 1993 yılında Hayati Bice tarafından Divan-ı Hikmet adıyla yapılmıştır[93].
Atabetü’l-Hakayık: Eser, şahsiyeti ve doğduğu şehir hakkında çok bilgi bulunmadığı söylenen Edip Ahmet Yüknekî tarafından yazılmıştır. İsminden Yüknekli olduğu anlaşılıyorsa bile Yüknek’in neresi olduğunun tam bilinemediği R. Rahmeti Arat tarafında Atabetü’l-Hakayık isimli eserinde bahsedilmiştir[94]. Ancak son çalışmalar’a göre Yüknek’in yerinin tespit edilmiş olduğu ileri sürülmektedir. Selçuk Uysal “Yüknek’in Neresi Olduğu ve Edip Ahmet Hakkında” isimli makalesinde Kazakistan’ın Yese (Türkistan) Şehrinden 15-14 kilometre kuzey-batıdaki Jüknek Töbe isimli bir bölgenin olduğunu bildirirken Edip Ahmet’in mezarının da bu civarlarda olduğunu ileri sürmüştür[95]. Edip Ahmet hakkında bilinen ve verilen diğer malumatlara gelirsek; babasının Mahmud Yüknekî olduğu, Edib tabirinin ise Ahmet Yüknekî’nin ismi değil ünvânı olduğu bilinmektedir. Diğer taraftan esere bazı parçaların sonradan ilave edildiği bilindiği gibi bahsi geçen parçalarda müellifin isminin yazılmış olmasının beklendiği yerlerde sadece edip diye yazılıp bırakılması Emir Seyfeddin’e ait bir dörtlükte Edip Ahmet’in “edibler edibi, fâzıllar başı” olarak tanımlanmış olması da göz önüne alınırsa müellifin ününe ve tanınmışlığına bir işaret olarak algılanabilir. Dolayısıyla Edib demekle kendi dönemi içerisinde kastedilebilecek bir şahıs olacak kadar meşhur olmalıdır[96].
Eserin kendi özelliklerine gelinecek olursa  günümüz Türkçesinin Hakikatlerin Eşiği şeklinde olduğu söylenmiş olan eserin dinî ve ahlakî bir eser olduğu hakkında söylenmesi gereken önemli şeylerdir[97].Arslan Hoca Tarhan’a ait olduğu söylenmiş olan beyitlerde eserin Kaşgar dilinde olduğu kaydedilmiştir. Eserin ithaf edildiği hükümdarın ise Muhammed Dâd İspehsâlâr Bey olduğu zikredilmiş olmakla birlikte bu beyin hangi diyarda hüküm sürdüğü kim oldu net olarak bilinememektedir. Eserin dilinin Kaşgar Türkçesi olarak düşünülmesinden dolayı o taraflarda aramış ise de A nüshasında ki “emiri’l-a’zam meliki’t-türki ve’l-‘acem” ünvanından dolayı Arat bu zatın Batı Türkistan’da aranması gerektiğini ileri sürmektedir[98]. Esas metninin Uygur harfleri ile yazılı olduğu söylenilmiş olan eser Atabetü’l-Hakayık’ın[99] bütün olarak üç ve çok cüzi parçalardan oluşan ise ayrıca 3 nüshası vardır. İlk cinsten olanları A, B ve C nüshalarıdır. A nüshası Semerkand nüshasıdır ki nüshalar arasında en iyisi olarak bildirilmiştir. Arat bu nüshanın Ayasofya Kütüphanesinde 4012 numarası ile kayıtlı olduğu bildirmiştir. B nüshası ise bir mecmuanın içerisinde bulunmaktadır. B nüshası Ayasofya Kütüphanesinde 4757 numarası ile kayıtlı olduğu ve içince bulunduğu mecmuanın Osmanlı Devleti’nde Şeyh-zade Abdurrezzak Bahşı[100] tarafından tanzim edildiği zikredilmiştir. Nüshayı neşreden Abdurrezak Bahşının A nüshasından faydalanmış olması gerektiği düşünüldüğü gibi naşir mezkur nüshayı hem Osmanlı harfleri ile hem de Uygur harfleri ile yazmıştır ki bu da Uygur yazısına hakim olduğunu göstermektedir. C nüshası ise İstanbul Topkapı Sarayı kütüphanesinde 3552 numarası ile kayıtlıdır. C nüshası da bir mecmuanın içinde bulunmakta olup eserde II. Bayezid’in mührü bulunmaktadır. Ancak her halde bir hatadan kaynaklansa gerek Hibet’ül-Hakayık şeklinde kaydedilmiştir[101].
Hukuk Belgeleri: Türk kültürü içerisinde orta dönem yerleşik kültürünün en kuvvetli temsilcileri olması[102] bağlamında Uygurların yazılı belge düzenleme konusunda kendinden önceki Türklere nazaran daha yetkin olmaları gerektiği öngörülebilir. İşte bahsi geçen hukuk vesikaları Uygurlar'daki belge düzenleme geleneğinin olgunluğunun bir ürünüdür.
Literatürde Uygur hukuk belgeleri[103] olarak bilindiği gibi daha çok din dışı metinlerden oluşması cihetiyle Uygur sivil belgeleri[104]  olarak da görmek mümkündür. Bununla birlikte Saadettin Gömeç’in verdiği bilgilere bakıldığında hukuk metinleri söylemi tahtına Maniheist manastırlara yönelik yönetim evrakların, askeri araç gereçler üzerine olan vesikaların da dahil edilmiş olduğu fark edilebilir[105]. Bu durumla birlikte çoğu evrakın içeriğinin borç alımı, arazi satışı, kiralama işleri, vergiler[106] gibi iktisadi konulardan oluştuğu ayrıca görülebilir iken Uygur hukuk metinlerinin sadece bu bahsedilen sahalar için değerlendirilebilir ve işlenebilir olduğu da söylenemez. Bahsi geçen metinlerin kültür ve medeniyet tarihimiz açısından farklı noktalara temas edebildiği ve bilgi sağlayabildiği düşünülebilir. Bu konuda Özkan İzgi'nin halk arasındaki Türk kadınının mevkii ve konumu belirlemenin güç olduğu ve kaynak açısından nispeten kısır olduğunu belirtmesine rağmen Uygur hukuk vesikalarının bu konuda kaynaklık edebilecek ölçüde olduğunu söylemesi[107] ve Ahmet Caferoğlu'nun adı geçen makalesinde bu vesikaların medeniyet tarihimizi türlü noktalardan aydınlata bilen muhtevasının vurgulanması[108] yukarıdaki söylemi destekler niteliktedir. Özkan İzgi’nin mezkûr eserinde tercümesiyle birlikte paylaştığı bir vesikadan Türk kadının iktisadi hayatta söz konusu olan aktif yapısı ve kefil olarak gösterilebilmesi açısından hürriyet ve saygınlık sahibi olduğu çıkarılabilir[109]. Özellikle kadının ticarette varlığı, kefilliğinin kabul edilmesi Türk ictimâ’î hayatında kadının yeri ve öneminin çağdaşlarına nisbeten daha iyi konumda olduğunu düşündürtmek için kafi gözükmektedir.
Hukuk belgelerinin tarihlendirilmesi ise başlı başına problemi gözükmektedir. Kendi dönemleri içerisinde “on iki hayvanlı takvim” ile tarihlendirildiklerinden[110] dolayı bugün için tarihlendirilmeleri problemlidir. Bununla birlikte sadece iki vesikada dönemin kağanının isminin zikredilmiş olması tarihlemenin kağanlar üzerinden yapılmasını da engellemektedir. Bahsi geçen iki vesikadan birinde Tokluk Tâmur han, diğerinde ise Ügedey han isimleri zikredilmiştir. En azından bu durum bahsi geçen iki vesikadan ilkinin XIV. yüzyıla, ikincisinin ise XIII. yüzyıla  ait olduğunu tespit etmek için yeterli olmuştur. Hukuk Vesikalarının tarihlendirilmesi hususunda kullanılan yegane yöntem olarak dil öğelerinin tarihlendirilmesi metodunun işlendiği fark edilebilir. Şöyle ki; borluk kelimesi yerine bağ, borlukçu kelimesi yerine bağçı kelimelerinin kullanılmış olması ve Kutdgu Bilig’de rastlanamayan zekât, harç, kal’e gibi kelimelerin kullanmış olmasına dayanılarak vesikaların Kutadgu Bilig Türkçesinden daha sonraki bir çağda tertip edilmiş olması gerektiği saptanmıştır. Ancak bu durum dahi kesin bir tarihlendirme yapılmasına imkan vermemiştir. Üstün körü olarak XI. Yüzyıldan sonra XV. yüzyıldan önce olarak tarihlendirilmiştir. Bununla beraber Prof. Herrfahrdt’ın bu vesikaları X-XIII. yüzyıllar arasına tarihlendirdiğini de zikretmekte yarar vardır[111].
Hukuk Vesikaları hakkında zikre şayan hususlardan birisi de bu vesikaların ortak bir formda teşkil edilmiş olmalarıdır. Öncelikle On İki Hayvanlı Takvim bazında[112] tarih verilir. Ardından borç veren ve alanın adı (yada ticarette tarafların adı) ile malın cinsi belirtilir. Daha sonra ödeme vakti geciktirildiğinde ya da ödeme yapacak kişi öldüğü taktirde mahalli örf kanunlarına göre nelerin yapılacağı belirtilir. Özellikle ölümle ilgili kısımda mükellefler alenen beyan olunur. Son olarak şahitlerin ve tarafların imzaları ile vesikalar son bulur[113].
Hukuk vesikaları üzerine ilk tasnif çalışmasının R. Rahmeti Arat tarfından[114], ilk neşir çalışmasının ise Radloff tarafından 1889 yılında yapılmış olduğu zikredilmiştir[115]. İlk tercüme çalışmalarının ise Radloff ve Grünwedel heyeti tarafından yapılmaya başlandığı bilinmekle birlikte bu ilk çalışmaların kısmen hatalı çalışmalar oldukları zikredilmiştir. Bu çalışmalar ufak tefek düzeltmelerle 1918 yılında von Le-Coq tarafından tekrar yayınlanmıştır. 1928 senesinde ise Radloff’un 128 adet Uygur yazılı belgesini içeren Uigurische Sprachdenkmäler isimli çalışması yapılmıştır. Ancak Radloff’un ölümü sebebiyle çalışma anca öğrencisi S.E. Malov tarafından yayınlanabilmiştir. Bu eserde 46 belgenin Kiril abecesine transkribe ettiği ve Almancaya çevirdiği bilinmektedir. Bunun haricinde pek ço kUygur belgesini de Uygur harfli olarak tıpkı basımlarını yayınkamıştır[116]. Bir diğer çalışma 1932 yılında Malov tarafından yapılmıştır ki II. Olburg Şarkî Türkistan Heye’tinin elde etmiş olduğu altı Uygur vesikasını içerir[117]. Uygur Hukuk Vesikaları üzerine önemli çalışmaların Japonlar ve Çinliler tarafından da yapılmış olduğu bilinmektedir. Japon sahasında özellikle Nobuo Yamada’nın çalışmaları önemlidir ki bu çalışmaları 1993 yılında Sammlung Uigurischer Kontrakte isimi ile  P. Zieme, J. Oda, H. Umemura ve T. Morşyasu tarafından üç cilt olarak yayınlanmıştır. Eserde N. Yamada’ya ait hukuk metinleri ile ilgili yazıçevirimi, Almanca ve Japonca tercümeler ve makaleler bulunmaktadır. Çin literatüründe ise Uygur Hukuk Vesikaları üzerine bilinen önemli bir kişi ise Li Jingweidir ki Tu Lu Fan Hiu Gu Wen She Hui Jin Ji Wen Shu Yan Jiu isimli eserinde 100 Uygur belgesinin yazıçevirimini ve Çince tercümesini içermektedir. Son olarak söylenmeğe değer iki çalışma daha mevcuttur. Bunlardan birincisi Muhemmetrehim Sayit ve İsrapi Yusuf isimli iki Uygurun Qadimqi Uygur Yezigidiki Vesiqiler  isimli çalışmasıdır. İkincisi ise alanda en önemli monografik çalışma olarak değerlendirilen R. R. Arat’ın 19964 yılında yayınldığı “Eski Türk Hukuk Vesikaları” isimli makalesidir[118].
Siyaset-nâme: Eserin müellifi babasının Ali Bin İshak Dihkan olarak belirtilmiş olan[119] Tus şekrine bağlı Nûkan kasabası doğumlu, Fars kökenli Nizamü’l-Mülktür[120]. Babasının Tus âmili olmasından dolayı müellifin gayet iyi bir eğitim aldığı bilinmektedir. Kardeşi Ebü’l-Kasım Abdullah’ın da devrin en önemli fakihlerinden olduğu bilinmektedir. Nizamü’l-Mülkün 11-12 yaşlarında Kur’anı ezberlemiş olduğunun ve Şafi fıkhı ile ilgilenmeye başladığının söylenmesi göz önüne alındığında müellifin aldığı eğitim kalitesi ortaya koyar niiteliktedir[121]. Nizamü’l-Mülkün Selçuklu Devleti’nde vazife ifa etmesinden evvel Gazneli Devleti’nde Belh Şehri valisinin emri altında kâtiplik yaptığı bilinmektedir. Selçuklu Devleti’nde ise Alp Arslan döneminden Melik Şah döneminin sonlarına kadar vezir olarak görev yapmış olduğu gibi Alp Arslanın Kutalmış ile ve Melikşah’ın Kavurd ile olan mücadeleleri gibi pek çok devlet meselesinde hayati müdehalelerde ve faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir[122].  Son zamanlarında özellikle Melik Şah ile aralarının açıldığı bilinmektedir. Melik Şah’ın ölümünden yaklaşık bir ay önce bir haşhaşî suikastçısı tarafından öldürülmüştür.
Nizamü’l-Mülkün eserinin içerik olarak devlet yönetme bilgisi, sultanlar için nasihatler ve halk-devlet ilişkisi gibi konuları barındırdığı bilinmektedir[123]. Bir Farsî olmasına rağmen Nizamü’l-Mülkün eserindeki bahislerinden ve verdiği nasihatlerden Türk kültürü hakkında da malumat sahibi olduğu görülebilir. Hatta Nizamü’l-Mülkün eserinde Selçuklu sultanını Afrasyab’ın soyuna dayandırması Türk Tarihi hakkında da malumat sahibi olduğu gösterir[124]. Türk bir hükümdar olan Melik Şah’a sunulan siyaset-nâmede verilen nasihatlerin bir kısmının eski Türk kültür öğelerinden oluştuğunu söylemek yanlış olmaz[125]. Bununla birlikte Siyaset-nâmenin var olanları tekrar etmekten ibaret bir eser olmadığı ve pratik yeni yaklaşımlar getirdiği de eser hakkında söylenenler arasındadır. Özellikle bu gibi hususlarda içki meclislerinden bahseden[126] ve sarayın kapılarının açık tutulması ve gelenlerin isteklerince yiyip içmesine müsaade edilmesini nasihat eden kısımlar ile hükümdar olaolmak için kişide bulunması gereken bir erk olarak söylediği ferr-i izedî kut kavramının karşılığı olarak İslâmiyet Öncesi Tür Kültürü’nün yansımalarını barındırırken, devletin kendi öz kuvvetine yabancılaşması ve Oğuz-Türkmenleri idari makamlara atanmamasından dolayı doğan huzursuzluklara dair olan sözlerinde Oğuzların devlete ısındırılmalarını tavsiye etmesi ürettiği pratik çözümlere örnek teşkil eder[127].
Eserin bilinen en eski nüshasının Milli Tahran Kütüphanesindeki Nakhjivânî derlemesi olduğu zikredilmiştir[128] ki Köymen tarafından Siyaset-nâme üzerine en ciddi  çalışmayı gerçekleştirdiği söylenilen[129] H. Darke tarafından kullanılmıştır[130]. Diğer bir nüshası ise İbrahim Kafesoğlu tarafından bulunmuş olduğu malûm olan “Molla Memehmet 113” nüshasıdır. Bunlardan başka Bibliotheque Nationale-Paris, İstanbul, Pote Cellection isimi ve 219 numarasıyla Cambridge, British Museum’daki Londra, Rampur State Library’deki 121 numaralı ve Penjab University’deki Ph III 68 numaralı  nüshaların da varlığı H. Darke’nin The Siyāsat-nama or Siyar al-Muluk of Niẓām al-Mulk isimli eserinden öğrenilebilmektedir[131]. Ancak Siyaset-nâme’nin nüshaları hakkında tıpkı Atabetü’l-Hakayık’da olduğu gibi örtüşmeme problemi söz konusudur. İbrahim Kafesoğlunun bulmuş olduğu nüshanın diğer tüm nüshalardan farklı olduğu zikredilmiş olduğu gibi diğer nüshalarda Nizam’ül-Mülk’den sonra yaşamış bazı şahısların adına raslanması gibi bir durum da söz konusudur ki bahsedilen durum araştırmacıları Siyaset-name’nin Nizam’ül-Mülke ait olmadığını düşünme yanılgısına dahi düşürmüştür. Ancak İ. Kafesoğlu’nun bulmuş olduğu nüshada böyle bir durum söz konusu değildir[132]. Tüm bu veriler ise bir şekilde Siyaset-nâme’nin nüshalarına eklemeler yapılmış olduğunu ortaya koyarken aslına en yakın nüshanın da Kafesoğlu nüshası olduğunu fark etmeyi mümkün kılat niteliktedir.
Eser üzerine tarafımızdan bulunabilmiş ilk çalışma Ch. Schefer tarafından 3 cilt olarak yapılmıştır. Birinci cilt Farsca tıpkı basım (1891), ikinci cilt Fransızca tercüme (1893) ve üçüncü cilt zeyl bölümüdür (1897)[133]. Ancak en ciddi çalışmanın H. Darke’nin Farsça aslı ile birlikte İngilizce tercümesini de verdiği eser olduğu Köymen tarafından bildirilmiştir. Türkçeye ilk tercümesi M. Şerif Çavdaroğlu tarafından yapılmış ise de İ. Kafesoğlu tarafından tenkitlere uğradığı göz önüne alınırsa tercümenin çok sağlıklı olmadığı düşünülebilir[134]. Türkçeye tercüme konusunda en ciddi çalışma böylece Köymen tercümesi olarak kabul edilebilir.
Eserin kullanımı açısından iki önemli hususun göz önünde bulundurulması önemlidir. Bunlardan birincisi Nizam’ül-Mülkün mensubu bulunduğu meshebe sıkışıp kaldığı ve mezhepçilikten kurtulamadığıdır. Bu bağlamda eserden faydalanmak isteyen araştırmacının bu hususu göz önünde bulundurması faydalı olacaktır. İkinci bir husus Nizmü’l-Mülk’ün kadın ve kadınların siyasette yer alması konusundaki beyanlarıdır[135]. Bu beyanlar okunur ve üzerine düşünülürken akılda tutulması gereken hususlardan biri Terken Hatun ile arasındaki sürtüşme olmalıdır[136]. Müellifin mezkûr meseledeki mütâlaalarını bu hususun etkilemiş olmasının mümkün olduğu hatırdan çıkartılmamalıdır.
Li Te-yü’nün Mektup ve Raporları: Li Te-yü,  Zhao eyaletinde ve Li klanında doğmuş[137],787-850 yılları arasında yaşamış[138], Geç Tang Dönemi’nin en meşhur kişilerden olan  bir zat olduğu bilinmekle birlikte İmparator Wuzong’un hükümetinin[139] başbakalığını yapmıştır[140]. 840 tarihinde Uygurların Kırgızlar tarafından yenilip topraklarından çıkartılmasından sonra[141] binlerce Uygur Kuzey Tang sınırına doğru geldiğinde de Li Te-yü hala bu makamda bulunmaktaydı. Sınıra dayanmış Uygurların doğurmuş olduğu meselenin hallinde ise bizzat İmparator tarafından görevlendirilmiştir[142].
Li Te-yü’nün imparatora mektuplar yazarak Uygurlara yardım edilmesi gerektiğini bildirmiş olduğu ve bu mektuplarda Uygur Tarihi’nden de bahsettiği zikredilmiştir ki bu durum onun Uygurlar hakkında tarihi bilgi olarak dolu olduğunu gösterir. Ancak Li Te-Yü’nün sadece Uygur Tarihi açısından değil Kırgız tarihi açısından da önemi vardır. Kırgızların ilk kağanlık dönemleri hususunda da önemli bir kaynaktır. 843 yılında Çin’e gelen Kırgızların hakkında iki adamını görevlendirerek oluşturduğu rapor[143], Kırgızların hükümdar ünvanları ve hakimiyeti Uygurlardan almış olduklarının emarelerini ve bilgilerini bünyesinde bulunduran not ve mektupları Li Te-yü’nün Uygur tarihi hususundaki önemi ölçüsünde Kırgız tarihi açısından da bir önem arz ettiğini ortaya koyar niteliktedir[144].

Li Te-yü’nün biyografisinin jiu Tang Shu ve Xin Tang Shu’da yer aldığı bugün için bilinmektedir[145]. Li Te-yü’nün notlarının önemi daha kendi çağında farkedilmiş ve bürokratik yazıları IX. yüzyılın ikinci yarısında (Zheng Ya ve Li Shanyin isimli) iki arkadaşı tarafından ayrı ayrı derlenmiştir.  Diğer önemli bir çalışma ise 1937 yılında Cen Zhongmian tarafından yapılmıştır. Cen Zhongmian hem Zeng nüshasını ve hem de Shanyin nüshasını kullanarak orijinal bir metin oluşturmuştur. Çalışmasının isminin “Li Deyu Huichang fa pan ji bian zheng  shang” olduğu zikredilmiştir. Bunun dışında A. Chavannes ve P. Pelliot’un Li Te-yü’nün notlarından Çin’de Maniheizm isimli eserinde yararlandığı bilinmekle birlikte eserin Li Te-yü’den birkaç pasaj kadar yetersiz içerik barındığı söylenmiştir. Son olarak söylenmeye değer çalışma ise Tsai Wenshen’in 1967 yılındaki Li Te-Yü’nün Mektuparına Göre Uygurlar çalışmasıdır. Ancak bu eserin de başlığına rağmen Li-Te’yünün mektuplarından yeteri kadar yaralanmadığı ve haricen 16 ayrı kaynaktan çeviriler içerdiği M. R. Drommp tarafından zikredilmiştir ki onun Tang China And The Collapse Of The Uighur Empire: A Documentary History isimli eserinde de Li Te-yü hakkında epeyce dolgun içerik bulunmaktadadır[146].





[1]Tilla Deniz Baykuzu, “Hunların Kayıp Kitapları ve Sutralar”, Bilig, S. 44, Taşkent 2008, s. 196-204.
[2]Şevket Koçsoyun2. Chao Devletinin kuruluşu hakkında verdiği 329 tarihi her halde onun kesin kuruluş tarihi olmalıdır. Baykuzu’nun verdiği bilgiler onun devletini esasen 319 yılında kurduğu söyler. 329 tarihi ise esasen İlk  Chao devletinin, Son Chao Devleti kurucusu Shih-lo tarafından yıkıldığı tarihtir. O halde söylenebilir ki, Koçsoy’un verdiği tarih bu bağlam da Son Chao’nun, İlk Chao’yu yıkması bağlamında kesin kuruluş tarihi ya da imparatorluk halini alma tarihidir. Bahsedilen görüşler için bkz.: Şevket Koçsoy, “Türk Tarihi Kronolojisi”, Türkler, C. I, Ankara 2000, s. 42, Baykuzu, a.g.m., s. 196, 205.
[3]Baykuzu, a.g.m., 197-204.
[4]Kaşgarlı Mahmud, a.g.e., s. 5.
[5]Fuzuli Bayat, Büyük Türk Bilgini ve Ansiklopedisti Kaşgarlı Mahmud, Ankara 2008, s. 16.
[6]Muharrem Kaya, “DivânüLûgati’t-Türk’ün Halk Bilimi Açısından Önemi”, Folklor/Edebiyat Dergisi, VIII/31,  2002/3 Ankara, s. 44-46.
[7]Bayat, e.g.e., s. 16.
[8]Zeynep Korkmaz, Türk Dili Üzerine Çalışmalar, C. I., Ankara 1995, s. 255.
[9]Bayat, a.g.e.,  s. 16.
[11]Korkmaz, a.g.e., s. 225.
[12]Kaşgarlı Mahmud, a.g.e., s.  5.
[13]Abdullah  Taymas, “Divanü Lügat-it-Türk Tercemesi”, Türkiyat, C. VII., s. 212.
[14]Kaşgarlı Mahmud, a.g.e., s. 11-15.
[15]Gömeç, a.g.m., s. 76.
[16]Bkz.; KaşargarlıMahmud, a.g.e., s. 730-731.
[17]Kemal Yavuz, “Yusuf Has Hacib ve Kutadgu  Bilig”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XXXVII/37, 2007  İstanbul, s. 138.
[18]Hasan Hüseyin Adalıoğlu, “Bir Siyaset Name Olarak “Kutadgu Bilig”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, s. 241-242.
[19]Gömeç, a.g.m., s. 74.
[20]Ferruh Ağça, “Türkistanlı Bir Bilge: Yusuf Has Hacip”,  Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması (26-28 Mayıs 2014) Tebliğleri,  Eskişehir 2013, s.81.
[21]Adalıoğlu, a.g.m., s. 241.
[22]Süer Eker, Türk Edebiyat Tarihi, C. I., Ankara 2006, s. 194.
[23]Yavuz, a.g.m.,s. 141.
[24]Ağça, a.g.m., s. 82.
[25]Erdem Uçar, “Kutadgu Bilig’in Kronolojik Kaynakçası Hakkında Bir Deneme”, Sosyal Bilimler Dergisi, S. 4, İstanbul 2015, s. 63-100.
[26]Eker, a.g.e., s. 195, 197.
[27]Adalıoğlu, a.g.m., s. 247.
[28]Gömeç, a.g.m., s. 74.
[29]Eker, a.g.e., s.  196.
[30]Zafer Önler, “Kutadgu Bilig Üzerine Notlar”, Türk Dilleri Araştırmaları, C. XIV, İstanbul 2004, s. 10.
[31]Sema Aslan, “Talat Tekin, Irk Bitig, Eski Uygurca Fal Kitabı” İlmî Araştırmalar: Dil, Edebiyat, Tarih İncelemeleri Dergisi, S. 18, İstanbul 2004, s. 151.
[32]Fikret Yıldırım-Erhan Aydın-RisbekAlimov, Yenisey-Kırgızistan Yazıtları ve Irk Bitig, Ankara 2013, s. 345.
[33]İ. V. Stebleva, “Eski Türkçe Fal KîtabıIrkbttigve Sembollerin Kavramsal Temeli”, çev. Halil İbrahim Usta, Türkoloji Dergisi, XIV/1, Ankara 2001, s. 195.
[34]Yıldırım, a.g.e., , s. 345.
[35]Fikret Yıldırım, Erhan Aydın ve RisbekAlimov’un eserinde Erdal’ın bahsi geçen çalışmasının 1978 ve 1997 yıllarında olduğu belirtilmiştir.
[36]Yıldırım, a.g.e., s. 345.
[37]Aslan, a.g.m., s. 151-152.
[38]Yıldırım, a.g.e., s. 345.
[39]Kuban Seçkin, “Irk Bitig: Toplumsal İyi ve Toplumsal Kötünün İnşasında İdeolojik Bir Fal Kitabı”, Uluslararası Türkçe Kültür Eğitim Dergisi, IV/4, İstanbul 2015, s. 1434.
[40]Stebleva, a.g.m., s. 195.
[41]Stepleva, a.g.m., s. 198.
[42]Seçkin, a.g.m., s. 1433-1448.
[43]Erdem Uçar, “AltunYaruk Sudur Üzerine Yapılan Çalışmalar Hakkında Açıklamalı Bir Kaynakça Denemesi”, Dil, Edebiyat ve Halk Araştırmaları Dergisi, I/1, 2013, s. 227-229.
[44]Erdem Uçar, “AltunYaruk Sudur: X. Tegzinç, XXIX. Bölök [R-M 653/08-657/17]”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, X/1, Ankara 2013, s. 26.
[45]Uçar, “Kaynakça”, s. 227-229.
[46]Erdem Uçar, “AltunYaruk Sudur X. Tengziç, XXX. Bölök [R-M. 657/18-661/12]”, Gazi Türkiyat Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi, VI/10, Ankara 2012, s. 166.
[47]Uçar, “Kaynakça”, s. 228-229.
[48]Mahayana Budizmi, Budizmin Türkler arasında Hinayana koluna nazaran daha çok yayılmış bir Budist mezhebi olduğu zikredilmiştir. Mahayana Budizm’inin ferdiî kurtuluşu esas alan Hinayana Budizm’inden farklı olarak toplumsal kurtuluşu öngörmesi onun Türk düşüncesine daha uygun kılmıştır denebilir. Diğer taraftan merkezicetçi kâinat algısı Türk kozmolojisine daha yakındır denebilir. Böylece Türk Cihan Hakimiyeti açısından ve toplumsal bağları, toplum olma güdüleri gayet gelişmiş olduğu görülebilen Türk algısı açısından MahayanaBudizmi Türkler için daha ideal bir yapı arz etmiştir denebilir; Ünver Günay-Harun Güngör, Türklerin Dinî Tarihi, İstanbul 2009, s. 160-161.
[49]Uçar, “XXX. Bölök”, s. 166.
[50]Uçar, “Kaynakça”, s. 229.
[51]Uçar, “XXIX. Bölök”, s. 26.
[52]Uçar, “Kaynakça”, s. 229.
[53]Mehmet Ölmez, AltunYaruk III. Kitap (=5. Bölüm), Ankara 1991, s. 7.
[54]Uçar, “Kaynakça”, s. 231-232.
[55]Ercilasun, a.g.e., s. 248.
[56]Gömeç, “Kaynakları”, s. 86.
[57]Hans J. Klimkeit-Mehmet T. Berbercan, “Türk Orta Asyasında Budizm”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 26, Konya 2009, s. 101.
[58]Ercilasun, a.g.e., s. 248.
[59]Klimkeit, a.g.m., s. 105.
[60]Gömeç, “Kaynakları”, s. 86.
[61]Ercilasun, a.g.e., s. 248.
[62]Burkan kelimesinin Türkler tarafından “Buddha” için kullanıldığı bilinmektedir; Günay, a.g.e., s. 161.
[63]Gömeç, “Kaynakları”, s. 86.
[64]Ercilasun, a.g.e., s. 248.
[65]Klimkeit, a.g.m., s. 101.
[66]Ercilasun, a.g.e., s. 267.
[67]Gömeç, “Kaynakları”, s. 86.
[68]Osman Fikri Sertkaya, “Maitrisimit NomBitig (I)”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara 1983, s. 255.
[69]Şinasi Tekin, Maytrısimit, Ankara 1976, s. 29-30.
[70]Marcel Erdal, A Grammar of OldTurkish, Boston 2004, s. 264
[71]Geng Shimin, “The Uigur Kingdom of Kocho”, History of Civilization of Central Asia, C. IV, Paris 1998, s. 211.
[72]Ş. Tekin, a.g.e., s. 27-28.
[73]Peter B. Golden, Studies on thePeoples and Cultures of theEurasianSteppes, Bükreş 2011, s. 61.
[74]Ş. Tekin, a.g.e., s. 29.
[75]Peter Zieme, “Fragments of the Old Uigur Maitrismitnombitig in St. Petersburg, Helsinki and Berlin”, Written Monuments of The Orient, I/1, St. Petersburg 2015, s. 15-
[76]Ş. Tekin, a.g.e., s. 2; Gömeç, a.g.m., s. 86.
[77] Günay, a.g.e., s. 175.
[78] Kemal Eraslan, Uygur Türkçesi Grameri, Ankara 2012, s. 48.
[79] Mehmet Mahur Tulum, “Eski Uygurca Bir Cümle Üzerine Bazı Düşünceler”, Türkiyat Mecmuası, XXV/2, 2015 İstanbul, s. 349.
[80] Eraslan, a.g.e., s. 48.
[81] Engin Çetin, On Üçüncü Yüzyıl Türkçesinde Soru, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, Adana 2008, s. 33.
[82] Günay, a.g.e., s. 175.
[83] Erol Kuyma, “ Cehennem ve Tamu Kelimeleri Üzerine Art Zamanlı Bir Değerlendirme”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, III/4, Erzurum 2015, s. 880.
[84] F. W. K. Müller-A. V. Gabain, Uygurca Üç Hikaye, çev. S. Himran, İstanbul 1946, s. 5-87.
[85] Mustafa Yalçınkaya, “Ahmet Yesevi ve Divan-ı Hikmet”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, XXVI/1, Ankara 1933, s. 16-19.
[86] Mehmet Salih Gecit, “Hoca Ahmet Yesevi ile Şeyh Ahmed-i Hânî’nin Divân- Hikmet ve Mem U Zin eserlerindeki İtikadî Esasların Mukayesesi”, Dilbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, XII/3, Ankara 2013, s. 128.
[87] Yalçınkaya, “a.g.m.”, s. 19.
[88] Kemal Eraslan,  “Divân-ı Hikmet”, Türk Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 9, Ankara 200, s. 429
[89] Kemal Eraslan, Divân-ı hikmet’ten Seçmeler, Ankara 1983, s. 41.
[90] Metin Karaörs, “Kayseri’de Bulunan Bir Divân-ı Hikmet Basması Ahmed Yesevî’nin Yayınlanmamış Hikmetleri”, Milletler Arası Hoca Ahmet Yesevi Sempozyumu Bildirileri (26-29 Mayıs1993), Kayseri 1993, s. 197.
[91] Kul hâce ahmed her bir sözüng derdge dermân
tâliblerge beyân kılsam kalmas armân
tört ming tört yüz hikmet aydım hak’dın fermân
fermân bolsa tâ ölgünçe sözlesem men” ; Eraslan, a.g.e., s. 42.
[92] Karaörs, a.g.m., s. 199.
[93] Gecid, a.g.m., s. 128.
[94] Reşid Rahmeti Arat, Atabetü’l-Hakayık, İstanbul 1951, s. 6.
[95] Selçuk Uysal, “Neresi Olduğu ve Edip Ahmet Hakkında”, Turkish Studies, II/4, Ankara 2007, s. 1198.
[96] Arat, a.g.e., s. 5-6.
[97] Reyhan Keleş, “Türk Edebiyatı’nda Nasihat”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 44, Erzurum 2010, s. 196.
[98] Arat, a.g.e., s. 6-8.
[99] Tuncer Gülensoy, “Edip Ahmet Yüknekî”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. 10, İstanbul 1994, s. 422.
[100] Abdurrezzak Bahşının Fatih Sultan Mehmet’in yayınlamış olduğu Uygurca yarlığı yazzan kişi olduğu bilinmekle birlikte Kutadgu Bilig isimli eserin İstanbul’a getirilmesini sağladığı bilinmetedir. Bahşılık meselesine gelinecek olursa Bahşıların Timurlularda ve Osmanlı Devlitenin de bir tür görevli konumda oldukalrı bilinmektedir. Büyük ihtimalle Uygurca yazmak ve bu ilmle uğraşmakla memur olan Bahşıların daha İslamiyet Öncesi Uygurlarından itibare gelen bir durumları söz konusudur. Özkan İzginin verdiği bilgiler Abdiharma cinsi Budist eserlerden bir örneğin bugün elde bulunduğunu söylerken eseri Vapşı Bakşı isminde bir Uygurun tercüme ettiğini söylemektedir. Bahsi geçen durum bakşılığın arka planı hakkında az da olsa bir fikir verebilmektedir; Özkan İzgi,  Orta Asya Türk Tarihi Araştırmaları, Ankara 2014, s. 76.
[101] Arat, a.g.e., s. 20-39.
[102] Melek Özyetkin, İslam Öncesi Uygurlarda Toprak Hukuku,
[103] Emin Yolalıcı, “Türk Tarihinin Kaynaklarına Genel Bir Bakış”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, I/3, Bahar 2008, I/3, s. 474.
[104] Özyetkin, a.g.e., s. 11-12.
[105] Gömeç, “Kaynakları”, s. 87.
[106] Ahmet Caferoğlu, “Uygurlarda Hukuk ve Maliye Istılahları”, Türkiyat Mecmuası, C. IV., İstanbul 1934, s. 5.
[107] Özkan İzgi, Orta Asya Türk Tarihi Araştırmaları, Ankara 2014, s. 33-34.
[108] Caferoğlu, a.g.m., s. 3.
[109] İzgi, a.g.e., s. 33-34.
[110] Yolalıcı, a.g.m., s. 474.
[111] Caferoğlu, a.g.m., s. 6.
[112] Yolalıcı, a.g.m., s. 474.
[113] Caferoğlu, a.g.m., s. 6.
[114] Özyetkin, a.g.e., s. 20.
[115] Caferoğlu, a.g.m., s. 1.
[116] Özyetkin, a.g.e., s. 20.
[117] Caferoğlu, a.g.m., s. 3.
[118] Özyetkin, a.g.e., s. 22.
[119] Nizamü’l-Mülk, Siyaset-nâme, çev. Mehmet Taha Ayar,  Ankara 1941, s. VIII.
[120] Nizamü’l-Mülkün Ali Bin Hasan Bin İshak et-Tusî olarak bilinmesinin Nûkan kasabasının Tus’a bağlı olmasından ileri geldiği düşünülebilir; Nizamü’l-Mülk, Siyaset-name, haz. M. Altay Köymen, Ankara 1982, s. VIII.
[121] Nizamü’l-Mülk, a.g.e., M. T. Ayar, s. VII.
[122] Nizamü’l-Mülk, a.g.e., M. A. Köymen, s. VIII-IX.
[123] Burak Coşkun-Hamza Günaydın, “Ombudsmanlığın Kökeni Meselesi Bağlamında Türk-İslam Devlet Geleneğinde Şikayet Hakkında Kurumsal Tekâmülü”, Ombudsman Akademik Dergisi, II/3, Ankara 2015, s. 21-33; Ninamü’l-Mülk, a.g.e., Köymen, s. V-XV.
[124] Nizamü’l-Mülk, a.g.e., M. Taha Ayar, s. XXI.
[125] Nizamü’l-Mülk, a.g.e., Köymen, s.IX-XV.
[126] Kadir Canatan, “Geleneksel Siyaset ve Devlet Felsefesinin Bir Yorumu Olarak “Siyasetname” –Büyük Devlet Adamı Nizamü’l-Mülk’ün Devlet ve Siyaset Anlayışı Üzerine-”, Turkish Studies, IV/7, İstanbul 2009, s. 200.
[127] Nizamü’l-Mülk, a.g.e., Köymen, s. IX-XV.
[128] A. K. S. Lambton, “The Dilemma of Government In Islamic Persia: “The Siyāsat-nāma” of Niẓam al-Mulk”, British Institute of Persian Studies, C. XXII, London1984, s. 55.
[129] Nizamü’l-Mülk, a.g.e., Köymen, s. VIII.
[130] Lambton, a.g.m., s. 55.
[131] Hubert Darke, The Siyāsat-nama or Siyar al-Muluk of Niẓām al-Mulk, New Haven 1960, s. IX.
[132] Nizamü’l-Mülk, a.g.e., M. A. Köymen, s. VIII-IX.
[133] Darke, a.g.e., s. IX.
[134] Nizamü’l-Mülk, a.g.e., M. A. Köymen, s. VIII.
[135] Nizamü’l-Mülk, a.g.e, M. T. Ayar, s. XVIII-XX.
[136] Osman Turan’ın verdiği bilgilere göre Melik Şah ile Nizamü’l-Mülkün aralarının açılmasındaki sebeplerden birinin de Terken Hatun’un ihtirasları ve onun veziri Tâc’ül-Mülk’ün faaliyetleri olarak görülebilir. Nizam’ül-Mülk’ün suikastı hususunda Tâc’ül-Mülk üzerine olan şüpheler dolayısıyla Terken Hatun için de mevzu bahistir. Terken Hatun ve Nizam’ül-Mülk’ün çekişmesi konusunda detaylı bilgi için bkz.: Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyet, İstanbul 2010, s. 213-217.
[138] Michael R. Drommp, “From Qatun to Refrugee: The Taihe Princess among Uighur”, The Role of Women in The Altaic World, 2007 Wiesbaden, s. 61.
[139] Michael R. Drommp, Tang China and the Collapse of the Uighur Empire, Leiden 2005, s. 2.
[140] Drommp, a.g.m., s. 61.
[141] Gömeç, “Kaynakları”, s. 87.
[142] Drommp, a.g.m., s. 61.
[143] Rachel Lung, Interpreters in Early Imperial China, Amsterdam 1984, s. 123.
[144] Rysbek Alimov, “On The Yenisey Kırghız Title A-re” Acta Orientalia Academia Scientarum Hung., LXIX/3, Budapest 2016, s. 276.
[146] Drommp, a.g.e., s. 3-5.

Genel Türk Tarihi Hakkında Bilgi Veren Bazı Seyahatnameler

Fa Hsien Seyahatnamesi: Fa hisen 337-422 yılları arasında yaşadığı bilinen Çinli bir rahiptir. Üç ağabeyinin olduğu bilimekle beraber ağabe...