Hiung-nu
Kitapları: Her ne kadar Türklerin kendi dillerinde
yazdıkları ilk yazılı eserler yukarıda ayrı ayrı değinilen yazıtlar ise de son
araştırmalar ışında Çin’de devlet kurmuş olan Hiung-nuların Çin dilinde
kitaplar yazdıkları bilinmektedir. Kitaplardan hukuk alanında yazılmış olanı
IV. yüzyılın başlarında vücuda getirilen Hsin
Hai Chih tu ismli kanun-namedir ki, beş bin kelimeden oluştuğu
bilinmektedir. Böylece adı geçen eser Türklerin ilk kanun-namesi konumuna
çıkmaktadır[1].
Kanun namenin “Sonraki Chao Devleti Devleti[329-251][2]”
yöneticisi Shih-po olduğu söylenmiştir. Bundan hariç bu kabilden olan bir fal
kitabi, bir tarih kitabı, şehir kayıtları ve Budizm ile alakalı eserlerde
Hiung-nuların yazdığı eserler arasında zikredilmiştir[3].
DivânüLügâti’it-Türk:
Söz
konusu tek el yazma nüshası İstanbul Kütüphanesi’nde olan ve toplam 319
folyodan oluşan[4]Divân-ı
Lügâti’t-Türk, yazarı Kaşgar doğumlu olmasından dolayı Mahmud el-Kaşgarî diye
de bilinen, babasının el-Hüseyin bin
Muhammed olduğu söylenmiş olan Kaşgarlı Mahmud’un bir eseridir. Bir Türk
Lehçeleri sözlüğü kapsamında olan eser ayrıca, Türkçenin ses biçim
özelliklerden, Türk kültüründen, tarihi Türk Coğrafyasından, atasözleri ve
deyimlerden, Türk boylarından[5], Türk
Mitolojisinin unsurlarından ve inanç sisteminden[6]
bilgiler içerir. 15. yüzyılda Antepli Aynî ve kardeşi Bedreddin Mahmud’un
yazmış olduğu Tarihü’ş-Şihabi adlı
eserde ve 17. Yüzyılda Kâtip Çelebi’nin Keşfü’z-Zünun
adlı eserinde[7]1072
yılında yazılmaya başlanıp 1074’te bitirildiği zikredilen[8]DivânüLügâti’t-Türk’den yararlanıldığı
ve Divân’ın zikredildiği bilinmektedir[9].
1914
yılına gelene kadar varlığı bilinmekle birlikte her hangi bir nüshasının mevcut
olmadığı söylenen [10]Divânü Lûgati’t-Türk’ün bulunuşu eski maliye nazırı Nazif Paşa’nın akrabası olduğu bildirilen bir
kadının ne olduğunu bilmeden eseri Sahaflar Çarşısına getirmesiyle başlamıştır.
Kitapçı Burhan Efendi’nin eseri maarif nezaretine satma girişimi fiyatı çok
bulunarak reddedilmesiyle sonuçlanmıştır. Eserin nihayet Ali Emirî beyin eline
ulaşması ve sadrazam Talât Paşa’nın aracılığı sonunda 1915-17 yılları arasında
üç ciltlik baskısı yapılmış ve bu tek nüshanın kaybolması engellenmiştir[11]. Bir sonraki en ciddi çalışma yukarda
zikredilmiş olan Kilisli Rifat’ın 1915-17 neşrinden faydalanarak C. Brockelmann
yapmıştır. Kilisli Rifat’ın çalışması esasen eleştirel bir çalışma yerine bir
kopa etme işlemi gibi görünmektedir. C. Brockelmann daha eleştirel bir sözlük
neşrine çalışmış ise de Kilisli Rıfat’ın çalışmasını kaynak alan Brockelmann’ın
çalışmasında bazı yazım ve gönderme hataları olduğu söylenmiştir. Nihayet
Divân’ın en önemli ve sağlıklı tercümelerinden biri 1939-41 Besim Atalay’ın
çalışması olmuştur. Peşinden bir tıpkıbasım ve dizinin de yayınlandığı
bilinmektedir. Atalay’ın eksiksiz ve yöntemli olduğu bildirilen çalışmasında da
bazı ufak tefek eksikleri olduğu bilinmektedir[12].
Atalay, her şeye rağmen Divan üzerine olan çalışmalardan en önemli bir tanesi
olan eserini hazırlarken tek başına görünmemektedir. Özellikle TDK Kütüphanesi,
arkadaşları ve özellikle meşhur müsteşrik Velidi Togan’ın yakın dostu olan
Abdülkadir İnan’dan yardımlar aldığı da bilinmektedir. İnan’ın özellikle Doğu
Türkçesini iyi bilmesinden dolayı da yardımı dokunduğu zikredilmiştir[13].
Eserin
Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazılmış olduğu, kendi hakkında
yazdıklarına baktığımız takdirde Türk olduğunu düşünebileceğimiz Kaşgarlı
Mahmud’un kendi söylemlerinde kendini belli etmektedir. Eserin sözlük kısmı
haricinde bir de eylemlerden türeyen adlardan sözcük vezinlerine kadar Türk
Dilinin anlatılığı dilsel kaide ve kurallarla örülü kısım vardır. Yazarın
belirttiği sekiz kitap da bu bahsedilen dilsel kaidelerin bulunduğu kısmın
tasnifini içerir. Bu kitaplar: Hemze
Kitabı, Sâlim Kitabı, Muzâaf Kitabı, Misal Kitabı, Zevâtü’s-selâse Kitabı,
Zevâtü’l-erba’a Kitabı, Gunne Kitabı, Cem beyne’s-sâkineyn Kitaplarıdır[14].
Diğer taraftan eserin dilinin Arapça olduğu Araplara Türkçeyi öğretmek için
yazılmış olmasından çıkarılabilir[15].
Arıca eser de bir Türk Dünyası haritası da vardır[16].
Kutadgu
Bilig:1069-70 yılında, Kaşgar’da, Yusuf Has Hacip
tarafından yazılan eserin[17], bir
felsefe, siyaset, nasihat-name kitabı karakterini taşıdığı ve tıpkı Kaşgar ile
Bağdat arasındaki sıkı bağ gibi Türk Kültürü ve İslamî motiflerle mecz edilmiş
bir yapıttır. Her ne kadar onda İran tesirlerinin söz konusu olduğu söylenmişse
de Halil İnalcık İran etkisinin abartılacak derecede olmadığı bildirmiştir. İran
etkisinin ise şeklen Şahname’ye benzemesinden dolayı öne sürülmüş olduğu
düşünülmekle birlikte bizzat eserin ismi, içinde bulunan pek çok Türk Kültürüne
has (kut, buyruk, Ötüken beyi gibi) motif ve söylem eserin özgünlüğünü ortaya
koymaktadır[18].
Siyaset boyutundan başka Fert-toplum, fert-devlet bağlarından, erdem ve hatta “kadın değişinden”[19] de
bahis açmakla ayrıca sosyolojik ve etik bir yönde taşıdığı iddia
edilebilir. Eserini yazarken
altmış yaşına yaklaşmış olduğu anlaşılan Yusuf Has Hacib’in bizzat kendisi
eserini okuyana iki acunda da mutluluk vermesi ve yol göstermesi[20]için yazdığını
söylemiştir. Bahsi geçen beyan ise Saadettin Gömeç’in Kutadgu Bilig’in sadece üst kesime ve devlet adamlarına yönelik
yazılmadığı görüşünü desteklemektedir. Diğer taraftan “kutadmak” fiili ile
eserin ismine bakıldığında devlet yöneticileri için bir nasihat ve yol gösterme
amacını taşıdığı düşünülebilir[21]Tavgaç Ulug Bugra
Han[22](diğer
bir zikriyle Tamgaç Han Hasan bin Süleyman[23])’a
sunulduğu bilinen eserin 6645 beyitten oluştuğu belirtilmiştir[24].
Eser
üzerine ilk çalışmanın Pierre Jaubert tarafından 1825 yılında yayımlanan “Noticed’unmanuscritturc en caractèresouigoures,
envoyé par M. de Hammer, à M. Abel-Rémusat” olduğu bilinmektedir. Diğer
iki çalışmadan çalışmadan biri meşhur Türkolog Vambery tarafından 1870 yılında
yapılmıştır. 1825-1947 yılı arasındaki ilk çalışmalardan diğeri ise Radloff’a
aittir. Ancak bu ilk çalışmaların eserin bütün nüshalarına dayanmamasından ve
ilmî bir neşrin bulunmamasından dolayı bir takım eksik ve okuma hatalarına
sahip olduğu söylenilmiştir. Ancak eser üzerine ilk ciddi ve başarılı
çalışmanın R. Rahmeti Arat’ın 1974 ve 1958 yıllarında tamamladığı Metin ve
Tercüme yayınlarıdır. Bu çalışmalardan başka ise İnalcık, AlessioBombaci, Karl
Brockelmann, S. Malov, H. Namık Orkun, Mehmet Fuad Köprülü, Barthold ve Zeki
Velidi Togan gibi ünlü Türkologların da çalışmaları söz konusudur. Bahsi geçen
eser hakkındaki çalışmaların kronolojik bir sır ile incelendiği Erdem Uçar’ın
çalışmasında daha pek çok isim ve çalışma görülebilir[25].
Biçimsel
olarak aruz vezni ve Şehname geleneği ile yazılmış ise de muhteva açısından hem
yukarda bahsedilmiş açılardan hem de edebi bir eser olmaması cihetiyle ayrılır.
Özellikle özgünlüğü yakaladığı nokta olarak tiyatral ve alegorik yapısı göz
önüne alınmalıdır[26].
Alegorizmi oluşturan dört adet ana unsur göze çarpar. Bunlar Kün-Togdı, Ay-Toldu, Ögdülmiş, Ogdurmuştur. Kün-Togdı’nınhükümdarı[27]
temsil ettiği ve ona kanun, adalet kavramlarının atanmış[28]
olduğu, Ay-Toldu’nun veziri temsil
ettiği[29] ve
ona kut ve mutluluğun atanmış olduğu[30], Ögdilmiş’in
bilge olduğu ve ululuğun atandığı, Odgurmuş’un sofu olduğu ve ona akıbetin
atanmış olduğu zikredilenler. Bu karakterlerden ve atamalardan en dikkat çekici
iki nokta gözükmektedir. Bunlardan birincisi Ögdülmüş, yani aklın yansımasının
Ay-toldunun, yani vezirin oğlu olmasıdır. Diğer taraftan hakana adaletin
atanmış olması XI. yüzyıl Türk algısında hakanın ön plana çıkan yanının adalet
olduğunu düşünmeye sevk edebilir. Son olarak eser, Türk devlet algısından,
hakan-halk algısına, devletle ilgili kurumlardan ilk Müslüman Türklerin
algılarına kadar okuyucuya bilgi vermektedir.
Irk Bitig: Doğu Türkistan’daki Bin Buda
Mağaralarında bulunduğu ve bugünkü tek nüshasının “Brtish Museum”’da mevcut olduğu bilinen eser[31] Or.
8212/161 katalog numaralı olmakla birlikte Eski Türk Runik Harfleriyle yazılmış
metinler içerisinde en hacimli olanıdır. Bir fal kitabı olduğu zikredilen
eserin 809 satırdan oluşup 104 sayfa olduğu bilinmektedir[32]. A.
Stein tarafından bulunmuş olan[33] mezkûr
eser üzerine ilk çalışmayı V. Thomsen’in 1912 yılında Journal of The Royal Asiatic Society isimli dergide yayınlanan “Dr. M.
A. Stein’s Manuscripts In Turkish ‘Runic’ Scriptfrom Miran and Tun-Huang” makalesi
ile yaptığı 2013 yılındaki bilgiler ışığında bilinmektedir[34]. Thomsen’in
çalışmasından sonra ise eser Orkun’un Türk Yazıtları isimli yapıtının ikinci
cildinde işlenmiş, 1951 yılında Malov tarafından Pamyatniki Drevetyurskoypis’mennosti adıyla iki çalışma
yayınlanmıştır. Yukarıda Irk Bitig hakkında yapıldığı belirtilen çalışmaların
sorunlu bölümlerine dair Clauson “Notes on the Irk Bitig” adıyla 1961 yılında
bir makale yayınlamıştır, Marcel Erdal ise “Irk Bitig Üzerine Yeni Notlar”
adıyla 1977[35]
yılında ayrı bir makale çalışması gerçekleştirmiştir. Bunlardan özellikle
Erdal’ın çalışması yeni bir yayım yapılabilecek şekilde hacimli notlar
barındırdığı şeklinde değerlendirmekle önemlidir[36].
Diğer taraftan bu çalışmalardan daha sonra yapılmış olduğu bilinen İkeda’nın
1984 tarihli “The Irk Bitig, an Ancient Book of Divination”, TheBulletin of International
InstituteforLinguisticSciences, Kyoto SangyoUniversity, IV/1 künyeli
eseridir ki Talat Tekin tarafından kendinden önceki eserler arasında ayrıca
önemli olarak belirtilmiştir[37]. Son
olarak sayılabilecek çalışma ise Tekin tarafından 1993-2004 yıllarında yapılan
çalışmalardır[38].
Eserin
zamanı hakkında Pars yılının ikinci ayının on ikinci gününde yazıldığı
bilinmekle[39]
birlikte muhtemelen on iki hayvanlı takvimin miladi takvime çevirisi ile ilgili
bir sıkıntı olsa gerek eserin miladi telif tarihi hakkında bir mutabakata
varılamamış olduğu zikredilmiş olmakla birlikte Thomsen VIII. yüzyılın ortaları
ile IX. yüzyılın başlarına tarihlemektedir[40]. Diğer
bir tartışma konusu ise Irk Bitig’in dini niteliği üzerinedir. Thomsen
Maniheist bir eser olarak kabul ederken diğer bir meşhur Türk dilcisi A.
vonGabain eserde Maniheizm etkisine rastlanılamadığını söyler. Thomsen’ın
eserde Maniheist bir etkiyi görmesi falların iyi ve kötü şeklinde ayrılması,
iyi-kötü değerlendirmeleri ile alakalı olmalıdır[41]. Ancak
Kuban Seçkin eser üzerine daha başka bir noktaya dikkat çekmektedir. Onun
verdiği bilgilere göre Irk Bitig ne sadece dinî bir eserdir ne de sadece
gelecekten haber veren bir kehanet, fal kitabı. Onun verdiği bilgilere göre Irk
Bitig hem İslamiyet Öncesi Türklerin iyi-kötü algılarını (bir diğer deyişle
Türk değer yargılarını) hem de Türk algı ve düzenini yansıtmaktadır. Seçkin
tarafından verilen kısımlara bakıldığında özellikle bu kısımlardan 56., 62.,
64. Kısımlar Türk algısında toplum olmanın, toplumsal birliği sağlamanın ve
özgür olmanın iyi olarak algılandığını dışavurumcu
(expressionist) bir çıkarımla söylemeye gayet elverişli durmaktadır. 16.,
25., 37. satırlar ise bunların zıttı durumları ortaya koymakta ve kötü olarak
atanmaktadır. Eser hakkında söylenebilecek diğer bir yorum ise kötünün iyi,
iyinin de kötü üzerinden tarif edilmiş olmasıyla eytişimsel (dialectic) bir
yöntem kullandığı düşünülebilir[42].
AltunYaruk:
Altun Yaruk
demekle bilinen eserin gerçek adının Suvarnaprabhasottama olduğu
bilinmekle birlikte eserin asli dilinin Sanskritçe olduğu çıkarılabilir.
Dolayısıyla Şiƞko Şeli Tutuƞ onun yazarı değil, onu Uygur Türkçesine çeviren
kişidir. Şiƞko Şeli Tutuƞ’un Altun Yaruk isimli eseri[43]
Çince olan Ji-Ying nüshasından[44]
Uygur Türkçesine çevirdiği bilinmektedir ki mezkûr eseri Sanskritçeden Çinceye
çeviren kişinin de Çinli rahip I-tsing olduğu zikredilmiştir[45].
Eseri
Uygur Türkçesine çevirme işinin sorumlusu olan kurulun başkanı olduğu Şiƞko Şeli
Tutuƞ’un[46]
kendisi hakkında etraflıca malûmata sahip olunmadığı zikredilmiş olmakla
birlikte On Uygur memleketinin, Beş Balık şehrinden olduğu bilinmekte ve X.
yüzyılda yaşamış olması gerektiği düşünülmektedir. Haricen, Tutuƞ’un VIII.
yüzyıldan itibaren Dunhuang (Dowhang)’da yayılmaya başlamış olan Rahip Xuan Zang’ın
öğrencilerinden Kui-Ji isimli bir Budist rahibin kurmuş olduğu zikredilen Vijñanavada isimli okulun
öğrencilerinden olduğu da konu hakkında söylenenler arasındadır[47]. Eseri
Çinceden tercüme etmek ve bir Budist okulunda öğrencilik etmiş olması
bağlamında Çinceyi iyi derece bildiği ve Budizm’e de hâkim olduğu
düşünülebilir.
Budizmin
Mahayana[48]
kolunun inancından çıkmış olduğu söylenen[49]Altun Yaruk’un
Berlin ve St. Petersburg olmak üzere iki ayrı kopyasının olduğu bilinmektedir. Berlin
nüshası diye anılan kopyanın XX. yüzyıl içerisinde Almanlar tarafından Doğu
Türkistan’a yapılan geziler sonucunda ele çıkarıldığı bilindiği gibi tam
olmadığı ve birçok parçalardan oluştuğu zikredilmiştir[50]. Bu
olumsuz duruma rağmen Çince olan nüshası ile St. Petersburg nüshasına nazaran
daha uyumlu olduğu söylenmiş olması hasebiyle Berlin nüshasının da kendine has
bir önemi olduğu düşünülebilir. Bu nüshanın Berlin Bilimler Akademisi’nde
olduğu bilinmektedir[51]. St.
Petersburg nüshasının ise S. E. Malov tarafından Çin’in Gansu vilayetindeki
Su-cou Şehri civarındaki Wun-şi-go köyünde mağara tipi bir ibadethanede
bulunmuştur. Malov’un, St. Petersburg nüshasını 1910 yılında gerçekleştirdiği
üç ayrı gezide parça parça toplayarak oluşturduğu bilinmektedir. Bahsi geçen
nüshanın St. Petersburg Otyantal
Araştırmalar Enstitüsünde S I [=
Serindia4] M/1 (1913 No 1915)kayıt numarasıyla muhafaza edilmekte olduğu
bilinmektedir[52].
AltunYaruk
hakkında ilk kez bilgi veren ve esere ait parçaları Çince asılları ile beraber
yayınlayan kişi F. W. Karl Müllerdir. Müller’inUigurica I adlı eserindeki[53].çalışmasında
hem transkripsiyon hem tercüme yapılmıştır (1908). Yayınlanan parçaların T III
84, 84; T III T. V. 56; T III M 56, 1; T III M. 56, 13/B; T III 56, 8; T III56,
9 numaraları parçalardan oluştuğu zikredilenler arasındadır. 1913-1917 yılları
arasında ise Malov ve Radlov’un çalışması dört cilt halinde yayınlanmıştır. Bu
eser S.t. Petersburg nüshasının Uygur harflerine aktarılarak Malov tarafından
yazılan bir girişi ve değerlendirme ile birlikte yayınlanmıştır. Diğer bir
çalışma ise W. Bang ve VonGabain’in daha derli toplu transkripsiyon ve Almanca
tercümesidir. 1930. Bundan önce Radlov’un bir tercüme girişimi öz konusu
olmuşsa da ömrü ifa etmediğinden dolayı yarım kalmıştır. Bu yarım kalan çalışma
da daha sonra tamamlanıp yayınlanmıştır. Türkiye’de ilk çalışma R. Rahmeti
Aratın Radlov ve Malov nüshasının 607/08-616/10 kısımlarından yapılan
yazı çevirimi çalışmasıdır (1936). Rahmeti'den sonra en önemli çalışma Saadettin
Çağatay’ın daha kapsamlı açıklamalı tercümesidir. Çağatay’ın çalışmasında bir
de dizin bulunmaktadır[54].
Sekiz
Yükmek: Araştırıcılar tarafından en iyi incelenmiş Uygurca
metinlerden olduğu zikredilmiş olan[55]
Sekiz Yükmek’in yüzden fazla nüshası olduğu[56]ve
dilsel olarak Tibetçe, Moğolca nüshalarının da varlığı bilinmekle birlikte bu
nüshaların en iyi korunmuş olanının London
Scrool olarak da bilinen Londra nüshası olduğu zikredilmiştir[57].Çinceden
tercüme edildiği bilinen eserin[58]
mütercimi Altun Yaruk’u Çinceden tercüme etmiş olan Şiƞko Şeli Tutuƞdur[59]. Gömeç
tarafında dilinin son derece sade olduğu söylemiştir[60] ki
bu durum onun Uygurlar arasında epeyce yayılmış olmasına[61] etki
etmiştir denebilir.
Gömeç
tarafından Burkan[62]’ın
verdiği vaazların toplanmış olduğu bir eser olarak tanımlanmış[63] ve
Ercilasun tarafından da doğrudan doğruya Budist bir eser olarak bahsedilmiştir[64].
Ancak buna rağmen eserdeki bazı motiflerin yorumlanması yoluyla eserin Budist
değil Maniheist olduğunu iddia edelerin varlığı da bulunmaktadır[65].
Eser
Macar jeoloji heyetinin Bin Buda Mağaralarını bulmasından kısa süre sonra
(1907’de)Stein tarafından bu mağaralarda bulunmuştur. Eser üzerine ilk
çalışmayı 1915 yılında Toru Haneda yaptıktan sonra 1934 yılında W. Bang,
vonGabain ve R. Rahmeti Arat gibi çok önemli Türkologların ortak çalışması olan
Türkische Turfan Texte’nin altıncı
cildinde neşredilmiştir[66]. Sekiz
Yükmek hakkındaki son önemli çalışma ise L. Ligetti tarafından 1971 yılında
yapılmıştır[67]
Maitrisimit:
Aslının
Hintçe olduğu bilinen Maitrismit isimli eserin önce Toharcaya sonra da
Prajñaraksita Kässi Acarya tarafından Türkçeye çevrildiği “Sängim I” nüshası
hakkında verilen bilgilere bakıldığında fark edilebilir[68]. Şinasi
Tekin’in verdiği bilgilere göre eserin mütercimi Türk olmalıdır ve
Prajñaraksita onun rahip adıdır. Bununla birlikte mütercimin Batı Türklerinden
olduğu ve İl Balık’ta doğduğu söylenmiştir ki bugün İli Irmağı üzerindeki Kulca
isimli şehre karşılık geldiği belirtilmiştir.
Türkçesinin Maytrı ile Buluşma olduğu
söylenen eser[69]
gelecekte Budanın tekrar dirileceği inancını işleyen[70]
eserin Hinayana Budizmine ait olduğu söylenmiştir[71].
Eserin
bilinen üç nüshası olduğu eser hakkında zikredilenler arasında olup I. nüshası
Senggim isimli bölgedeki bir manastırın kütüphanesinde, II. nüshası Senggim
kasabasının 5 kilometre kuzeyindeki Murduk çayının kıyısındaki bir manastırda
ve III. Nüshası ise yine Senggim şehrinde bulunmuştur[72]. Bunlar
elbette Uygur dilindeki nüshaları idi. Bunlar haricinde farklı dillerde
Maytrısimitlerin var olduğu bilinmektedir. Bunlardan birinin Toharca olduğu[73]
bilindiği gibi Hintçe ve Çince versiyonlarının da var olduğu zikredilenler
arasındadır. Bununla birlikte Hintçe eserin tamamının kaybolduğu ve Çince
nüshalarında Uygurca nüshalar kadar ayrıntılı olmadığı Şinasi Tekin tarafından
Maitrisimit nüshaları hakkında verilen bilgiler arasındadır[74]. Senggim
ve Murduk nüshalarının Berlin Collection’da,
bir diğer nüshanın Kyoto’daki Ryukoku Üniversitesi Kütüphanesinde, SI5129
numaralı parçanın ise St. Petersburg’da olduğu bildirilen KrotkovCollection’da, bunlardan farklı olarak iki başka parçanın da
Helsinki’de olduğu bilinen Mannerheim Collection’da,
diğerlerinin ise Urumçi-Xinjiang Müzesinde bulunduğu bilinmektedir[75].
Maytrısimit
hakkında ilk çalışmanın 1916 yılında F. W. K. Müller tarafından Maitrismit und ‘Tocharisch başlıklı eser
tahtında yapılmıştır. Bundan ayrı olarak A. V. Le Coq’un 1957 ve 1961
yıllarında iki cilt olarak yayınladığı eseri sayılabilir. Türkiye sahasında da
konu ile ilgili ilk ve tek ciddi çalışmanın Şinasi Tekin tarafından 1960
yılında yapılmış olduğunu söylemek kafidir dense konu burada tamamlanmış kabul
edilebilir[76].
Budist
Uygur Çetikleri: Uygurlardan kalan yazılı eserler
arasında çetik denilen hikayelerin de
var olduğu bilinmektedir[77]. Bu
hikayelerin yazılı kaynaklar arasında algılanmasının sebebi sorulacak olursa
mevzu bahis olan hikayelerin bizzat Uygurlar döneminde kaleme alınmış olmaları
cevap olarak verilebilir. Bunların en çok bilinenlerinden biri eski Türkçesi
“Edgü Ögli Tigin birle Ayıġ Ögli Tigin” olan Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikayesidir[78]. XX.
yüzyılın ilk çeyreğinde, Paul Pelliot tarafından[79] Kansu
bölgesindeki Bin Buddha manastırında bulunmuş olan[80] eserin
X. yüzyıla ait olduğu zikredilmiştir[81]. İyi kardeş kötü kardeş motifini işleyen
eserin[82]
ahlaki nasihatler içerdiği bilindiği gibi cennet cehennem gibi kavramların
Türkçelerini bünyesinde barındırması açısından önemlidir[83].
Bunun
haricinde üç önemli hikayenin daha varlığı söz konusudur. Bunlar; Maymunlar Beyi Hikayesi, Dantipalı Bey
Hikayesi ve Mukaddes Tavşan Hikayesidir.
Uigurica IV isimli akademik dergide
yayınlanmış olduğu bilinen hikayelerin çalışmalarına F. W. K. Müller tarafından
başlanmış ancak onun vefat etmesinden sonra yarım kalan işi A. Von Gabain
tarafından tamamlanmıştır. Bahsi geçen üç hikayeden Maymunlar Beyi hikayesinin
epeyce bir kısmı eksik olduğu pek çok satırı da hasarlıdır. Dantapalı Bey
Hikasi, Maymunlar Beyi Hikayesi gibi toplu kopuşlara sahip değilse de satır
kopuşları ziyadesiyle fazladır. O derece ki yer yer anlam bütünlüğü
yakalanamamaktadır. İkinci hikayenin konusuna dikkat edilecek olursa avcılığı
men etme, can almama gibi nasihatlar içeren bir Budist hikaye olduğu gibi
Buddha’nın hayatına yapılan atıflar da dikkat çeker. Üçüncü hikaye ise yine
Budist öğreti ve nasihata uygun olarak yardımlamayı nashat eden ve budizm
reankarnasyon inancını içeren bir hikayedir. Satır kopukları bunda da olmasına
rağmen diğerlerine nazaran daha sağlam bir metindir. İkinci ve üçüncü hikayenin
ortak noktası ise fabl tarzında hayvanların konuştuğu bir yapıya sahip
olmalarıdır[84].
Divân-ı
Hikmet: Müellifi meşhur alim Hoca Ahmet Yesevî olduğu
bilinen Divân-ı Hikmet’in XII.
Yüzyıldan önce yazıldığı düşünülmektedir. Müellifin Çimkent’in doğusundaki
Sayram kasabasında doğduğu bilinmektedir. Tahsiline Yesi’de Arslan Baba’ya
intisab ederek başladığı daha sonra Buhara şehrine geçip devrin ünlü
alimlerinden olan Yusuf el-Hamadanî’den dersler aldığı ve Hamadanî’nin
vefatından bir süre sonra onun yerine geçmiştir. 63 yaşından sonra kendini
çile-hâneye kapattığı ve vefat edene kadar orada kaldığı hakkında söylenen
arasındadır. Ölüm tarihi hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla beraber yüz
yirmi beş yaşında hakkın rahmetine kavuştuğu rivayetler arasında bulunmaktadır[85]. Ahmet Yesevî’nin bilinen iki eseri mevcuttur
ki bunlar biri Divân-ı Hikmet diğeri ise Fakr-Namedir[86].
Yesevî
dervişlerinin, Ahmet Yesevî’nin ölümünden sonra da onun üslubu ile yazmayı
mukkades bilmişler ve kendi şiirlerine de onun adını koymuşlardır. Bundan
dolayı mevcut Divan-ı Hikmetlerin arasında sadece Ahmet Yesevî’nin değil onun
arkasından giden sufîlerinin de şiir ve manzumlarının olduğu söylenmiştir[87]. Ahmet Yesevî’nin eserinde “ben defter-i sani sözünü açtım” demesi
Divan-ı Hikmetin esasen defterler halinde düzenlenmiş olduğunu
düşündürtmektedir. Diğer taraftan birinci defterin kayıp olduğu ve eldeki
Divan-ı Hikmet’in ikinci defterden ibaret olduğu bildirilmiştir[88]. Kemal
Eraslan’ın eldeki Divanların üslup ve dil olarak birbirlerine kıyasla farklılık
gösterdiklerini söylemesi önemlidir. Hatta Eraslan, Divan-ı Hikmet nüshalarının
bazılarında Yesevîden birkaç asır sonra
yaşamış bazı alimlerden bahsedildiğine tesbit etmiştir[89]. Divân-ı
Hikmet’in en eski nüshasının XVI. ya da XVII. yüzyıllara kadar inebildiği[90]
bilgisi göz önüne alındığında eldeki veriler eşliğinde söylenebilir ki Divan-ı
Hikmet’e eklemeler yapılmış, çıkarılan bazı nüshalara eseri kopye edenler
tarafından da eklemeler yapılmıştır. Farklılıkları bahsi geçen eserin nüshalarında
hikmet sayısının belirtilmesinde dahi görmek mümkündür. Kazan nüshasındaki
dörtlükte Ahmet Yesevî’nin dört bin dört yüz hikmet yazdığı söylenmişken[91], Kayseri’de
bulunan Divân-ı Hikmet nüshasının iki yüz on dördüncü sayfasında ise üç yüz
altmış hikmet yazdığı söylenmiştir[92].
Bahsi geçen eserin tarafımızdan bilgisine ulaşılabilen dokuz
yazma nüshası vardır. Ahmed Caferoğlu nüshası, Emel Esin nüshası diye
adlandırılan yazmaların istinsah tarihleri belli değil iken Menchester
nüshasının Miladi 1800, İstanbul Üniversitesi Türkçe Yazmalar bölümündeki
nüshası Hicri 1260 tarihlidir. Yakın devirlere ait olan iki adet Millet
Kütüphanesi nüshası, iki adet Konya nüshası da mevcuttur. Bunlardan ayrı olarak
bir adet Kayseri nüshasının var olduğu da bilinmektedir. Kazan Hicri 1295
baskısı, Taşkent Hicri 1314 baskısı ve İstanbul Hicri 1299 baskısı olarak üç
adet basma nüshası da bulunmaktadır.
Türkiye coğrafyasında eser üzerine
ilk çalışmaların Miladi 1909 yılında el-Hâcc Hasan Şevki tarafından Osmanlı
Türkçesine tercüme edilmesi suretiyle yapıldığı ve bu çalışmanın Terceme-i Divân-ı Ahmed Yesevî adıyla
iki cilt olarak İstanbul Millet Kütüphanesinde basıldığı bilinmektedir. Bundan
sonra ise mevcut olan iki ehemmiyete haiz çalışmadan biri 1983 yılında Kemal
Eraslan tarafından Divân-ı Hikmet’ten
Seçmeler adıyla yapılmıştır. Diğeri ise 1993 yılında Hayati Bice tarafından
Divan-ı Hikmet adıyla yapılmıştır[93].
Atabetü’l-Hakayık:
Eser,
şahsiyeti ve doğduğu şehir hakkında çok bilgi bulunmadığı söylenen Edip Ahmet
Yüknekî tarafından yazılmıştır. İsminden Yüknekli olduğu anlaşılıyorsa bile
Yüknek’in neresi olduğunun tam bilinemediği R. Rahmeti Arat tarafında Atabetü’l-Hakayık isimli eserinde
bahsedilmiştir[94].
Ancak son çalışmalar’a göre Yüknek’in yerinin tespit edilmiş olduğu ileri
sürülmektedir. Selçuk Uysal “Yüknek’in Neresi Olduğu ve Edip Ahmet Hakkında”
isimli makalesinde Kazakistan’ın Yese (Türkistan) Şehrinden 15-14 kilometre
kuzey-batıdaki Jüknek Töbe isimli bir
bölgenin olduğunu bildirirken Edip Ahmet’in mezarının da bu civarlarda olduğunu
ileri sürmüştür[95].
Edip Ahmet hakkında bilinen ve verilen diğer malumatlara gelirsek; babasının
Mahmud Yüknekî olduğu, Edib tabirinin ise Ahmet Yüknekî’nin ismi değil ünvânı
olduğu bilinmektedir. Diğer taraftan esere bazı parçaların sonradan ilave
edildiği bilindiği gibi bahsi geçen parçalarda müellifin isminin yazılmış
olmasının beklendiği yerlerde sadece edip diye yazılıp bırakılması Emir
Seyfeddin’e ait bir dörtlükte Edip Ahmet’in “edibler edibi, fâzıllar başı”
olarak tanımlanmış olması da göz önüne alınırsa müellifin ününe ve
tanınmışlığına bir işaret olarak algılanabilir. Dolayısıyla Edib demekle kendi
dönemi içerisinde kastedilebilecek bir şahıs olacak kadar meşhur olmalıdır[96].
Eserin kendi özelliklerine
gelinecek olursa günümüz Türkçesinin Hakikatlerin Eşiği şeklinde olduğu
söylenmiş olan eserin dinî ve ahlakî bir eser olduğu hakkında söylenmesi
gereken önemli şeylerdir[97].Arslan
Hoca Tarhan’a ait olduğu söylenmiş olan beyitlerde eserin Kaşgar dilinde olduğu
kaydedilmiştir. Eserin ithaf edildiği hükümdarın ise Muhammed Dâd İspehsâlâr
Bey olduğu zikredilmiş olmakla birlikte bu beyin hangi diyarda hüküm sürdüğü
kim oldu net olarak bilinememektedir. Eserin dilinin Kaşgar Türkçesi olarak
düşünülmesinden dolayı o taraflarda aramış ise de A nüshasında ki “emiri’l-a’zam meliki’t-türki ve’l-‘acem”
ünvanından dolayı Arat bu zatın Batı Türkistan’da aranması gerektiğini ileri
sürmektedir[98].
Esas metninin Uygur harfleri ile yazılı olduğu söylenilmiş olan eser Atabetü’l-Hakayık’ın[99]
bütün olarak üç ve çok cüzi parçalardan oluşan ise ayrıca 3 nüshası vardır. İlk
cinsten olanları A, B ve C nüshalarıdır. A nüshası Semerkand nüshasıdır ki
nüshalar arasında en iyisi olarak bildirilmiştir. Arat bu nüshanın Ayasofya
Kütüphanesinde 4012 numarası ile kayıtlı olduğu bildirmiştir. B nüshası ise bir
mecmuanın içerisinde bulunmaktadır. B nüshası Ayasofya Kütüphanesinde 4757
numarası ile kayıtlı olduğu ve içince bulunduğu mecmuanın Osmanlı Devleti’nde
Şeyh-zade Abdurrezzak Bahşı[100]
tarafından tanzim edildiği zikredilmiştir. Nüshayı neşreden Abdurrezak Bahşının
A nüshasından faydalanmış olması gerektiği düşünüldüğü gibi naşir mezkur
nüshayı hem Osmanlı harfleri ile hem de Uygur harfleri ile yazmıştır ki bu da
Uygur yazısına hakim olduğunu göstermektedir. C nüshası ise İstanbul Topkapı
Sarayı kütüphanesinde 3552 numarası ile kayıtlıdır. C nüshası da bir mecmuanın
içinde bulunmakta olup eserde II. Bayezid’in mührü bulunmaktadır. Ancak her
halde bir hatadan kaynaklansa gerek Hibet’ül-Hakayık
şeklinde kaydedilmiştir[101].
Hukuk
Belgeleri: Türk kültürü içerisinde orta dönem
yerleşik kültürünün en kuvvetli temsilcileri olması[102]
bağlamında Uygurların yazılı belge düzenleme konusunda kendinden önceki
Türklere nazaran daha yetkin olmaları gerektiği öngörülebilir. İşte bahsi geçen
hukuk vesikaları Uygurlar'daki belge düzenleme geleneğinin olgunluğunun bir
ürünüdür.
Literatürde Uygur hukuk belgeleri[103] olarak
bilindiği gibi daha çok din dışı metinlerden oluşması cihetiyle Uygur sivil belgeleri[104] olarak da görmek mümkündür. Bununla birlikte
Saadettin Gömeç’in verdiği bilgilere bakıldığında hukuk metinleri söylemi
tahtına Maniheist manastırlara yönelik yönetim evrakların, askeri araç gereçler
üzerine olan vesikaların da dahil edilmiş olduğu fark edilebilir[105]. Bu
durumla birlikte çoğu evrakın içeriğinin borç alımı, arazi satışı, kiralama
işleri, vergiler[106]
gibi iktisadi konulardan oluştuğu ayrıca görülebilir iken Uygur hukuk
metinlerinin sadece bu bahsedilen sahalar için değerlendirilebilir ve işlenebilir
olduğu da söylenemez. Bahsi geçen metinlerin kültür ve medeniyet tarihimiz
açısından farklı noktalara temas edebildiği ve bilgi sağlayabildiği
düşünülebilir. Bu konuda Özkan İzgi'nin halk arasındaki Türk kadınının mevkii ve
konumu belirlemenin güç olduğu ve kaynak açısından nispeten kısır olduğunu
belirtmesine rağmen Uygur hukuk vesikalarının bu konuda kaynaklık edebilecek
ölçüde olduğunu söylemesi[107] ve
Ahmet Caferoğlu'nun adı geçen makalesinde bu vesikaların medeniyet tarihimizi
türlü noktalardan aydınlata bilen muhtevasının vurgulanması[108]
yukarıdaki söylemi destekler niteliktedir. Özkan İzgi’nin mezkûr eserinde
tercümesiyle birlikte paylaştığı bir vesikadan Türk kadının iktisadi hayatta
söz konusu olan aktif yapısı ve kefil olarak gösterilebilmesi açısından
hürriyet ve saygınlık sahibi olduğu çıkarılabilir[109]. Özellikle
kadının ticarette varlığı, kefilliğinin kabul edilmesi Türk ictimâ’î hayatında
kadının yeri ve öneminin çağdaşlarına nisbeten daha iyi konumda olduğunu
düşündürtmek için kafi gözükmektedir.
Hukuk belgelerinin
tarihlendirilmesi ise başlı başına problemi gözükmektedir. Kendi dönemleri
içerisinde “on iki hayvanlı takvim” ile tarihlendirildiklerinden[110]
dolayı bugün için tarihlendirilmeleri problemlidir. Bununla birlikte sadece iki
vesikada dönemin kağanının isminin zikredilmiş olması tarihlemenin kağanlar
üzerinden yapılmasını da engellemektedir. Bahsi geçen iki vesikadan birinde Tokluk Tâmur han, diğerinde ise Ügedey han isimleri zikredilmiştir. En
azından bu durum bahsi geçen iki vesikadan ilkinin XIV. yüzyıla, ikincisinin
ise XIII. yüzyıla ait olduğunu tespit
etmek için yeterli olmuştur. Hukuk Vesikalarının tarihlendirilmesi hususunda
kullanılan yegane yöntem olarak dil öğelerinin tarihlendirilmesi metodunun
işlendiği fark edilebilir. Şöyle ki; borluk
kelimesi yerine bağ, borlukçu kelimesi yerine bağçı kelimelerinin kullanılmış olması
ve Kutdgu Bilig’de rastlanamayan zekât,
harç, kal’e gibi kelimelerin kullanmış olmasına dayanılarak vesikaların
Kutadgu Bilig Türkçesinden daha sonraki bir çağda tertip edilmiş olması
gerektiği saptanmıştır. Ancak bu durum dahi kesin bir tarihlendirme yapılmasına
imkan vermemiştir. Üstün körü olarak XI. Yüzyıldan sonra XV. yüzyıldan önce
olarak tarihlendirilmiştir. Bununla beraber Prof. Herrfahrdt’ın bu vesikaları
X-XIII. yüzyıllar arasına tarihlendirdiğini de zikretmekte yarar vardır[111].
Hukuk Vesikaları hakkında zikre
şayan hususlardan birisi de bu vesikaların ortak bir formda teşkil edilmiş
olmalarıdır. Öncelikle On İki Hayvanlı Takvim bazında[112]
tarih verilir. Ardından borç veren ve alanın adı (yada ticarette tarafların
adı) ile malın cinsi belirtilir. Daha sonra ödeme vakti geciktirildiğinde ya da
ödeme yapacak kişi öldüğü taktirde mahalli örf kanunlarına göre nelerin
yapılacağı belirtilir. Özellikle ölümle ilgili kısımda mükellefler alenen beyan
olunur. Son olarak şahitlerin ve tarafların imzaları ile vesikalar son bulur[113].
Hukuk vesikaları üzerine ilk tasnif
çalışmasının R. Rahmeti Arat tarfından[114], ilk
neşir çalışmasının ise Radloff tarafından 1889 yılında yapılmış olduğu
zikredilmiştir[115].
İlk tercüme çalışmalarının ise Radloff ve Grünwedel heyeti tarafından yapılmaya
başlandığı bilinmekle birlikte bu ilk çalışmaların kısmen hatalı çalışmalar
oldukları zikredilmiştir. Bu çalışmalar ufak tefek düzeltmelerle 1918 yılında
von Le-Coq tarafından tekrar yayınlanmıştır. 1928 senesinde ise Radloff’un 128
adet Uygur yazılı belgesini içeren Uigurische
Sprachdenkmäler isimli çalışması yapılmıştır. Ancak Radloff’un ölümü
sebebiyle çalışma anca öğrencisi S.E. Malov tarafından yayınlanabilmiştir. Bu
eserde 46 belgenin Kiril abecesine transkribe ettiği ve Almancaya çevirdiği
bilinmektedir. Bunun haricinde pek ço kUygur belgesini de Uygur harfli olarak
tıpkı basımlarını yayınkamıştır[116].
Bir diğer çalışma 1932 yılında Malov tarafından yapılmıştır ki II. Olburg Şarkî
Türkistan Heye’tinin elde etmiş olduğu altı Uygur vesikasını içerir[117].
Uygur Hukuk Vesikaları üzerine önemli çalışmaların Japonlar ve Çinliler
tarafından da yapılmış olduğu bilinmektedir. Japon sahasında özellikle Nobuo
Yamada’nın çalışmaları önemlidir ki bu çalışmaları 1993 yılında Sammlung Uigurischer Kontrakte isimi
ile P. Zieme, J. Oda, H. Umemura ve T.
Morşyasu tarafından üç cilt olarak yayınlanmıştır. Eserde N. Yamada’ya ait
hukuk metinleri ile ilgili yazıçevirimi, Almanca ve Japonca tercümeler ve
makaleler bulunmaktadır. Çin literatüründe ise Uygur Hukuk Vesikaları üzerine
bilinen önemli bir kişi ise Li Jingweidir ki Tu Lu Fan Hiu Gu Wen She Hui Jin Ji Wen Shu Yan Jiu isimli eserinde
100 Uygur belgesinin yazıçevirimini ve Çince tercümesini içermektedir. Son
olarak söylenmeğe değer iki çalışma daha mevcuttur. Bunlardan birincisi
Muhemmetrehim Sayit ve İsrapi Yusuf isimli iki Uygurun Qadimqi Uygur Yezigidiki Vesiqiler isimli çalışmasıdır. İkincisi ise alanda en
önemli monografik çalışma olarak değerlendirilen R. R. Arat’ın 19964 yılında
yayınldığı “Eski Türk Hukuk Vesikaları” isimli makalesidir[118].
Siyaset-nâme:
Eserin
müellifi babasının Ali Bin İshak Dihkan olarak belirtilmiş olan[119] Tus
şekrine bağlı Nûkan kasabası doğumlu, Fars kökenli Nizamü’l-Mülktür[120].
Babasının Tus âmili olmasından dolayı müellifin gayet iyi bir eğitim aldığı
bilinmektedir. Kardeşi Ebü’l-Kasım Abdullah’ın da devrin en önemli
fakihlerinden olduğu bilinmektedir. Nizamü’l-Mülkün 11-12 yaşlarında Kur’anı
ezberlemiş olduğunun ve Şafi fıkhı ile ilgilenmeye başladığının söylenmesi göz
önüne alındığında müellifin aldığı eğitim kalitesi ortaya koyar niiteliktedir[121].
Nizamü’l-Mülkün Selçuklu Devleti’nde vazife ifa etmesinden evvel Gazneli
Devleti’nde Belh Şehri valisinin emri altında kâtiplik yaptığı bilinmektedir.
Selçuklu Devleti’nde ise Alp Arslan döneminden Melik Şah döneminin sonlarına
kadar vezir olarak görev yapmış olduğu gibi Alp Arslanın Kutalmış ile ve
Melikşah’ın Kavurd ile olan mücadeleleri gibi pek çok devlet meselesinde hayati
müdehalelerde ve faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir[122]. Son zamanlarında özellikle Melik Şah ile
aralarının açıldığı bilinmektedir. Melik Şah’ın ölümünden yaklaşık bir ay önce
bir haşhaşî suikastçısı tarafından öldürülmüştür.
Nizamü’l-Mülkün eserinin içerik
olarak devlet yönetme bilgisi, sultanlar için nasihatler ve halk-devlet
ilişkisi gibi konuları barındırdığı bilinmektedir[123]. Bir
Farsî olmasına rağmen Nizamü’l-Mülkün eserindeki bahislerinden ve verdiği
nasihatlerden Türk kültürü hakkında da malumat sahibi olduğu görülebilir. Hatta
Nizamü’l-Mülkün eserinde Selçuklu sultanını Afrasyab’ın soyuna dayandırması
Türk Tarihi hakkında da malumat sahibi olduğu gösterir[124]. Türk
bir hükümdar olan Melik Şah’a sunulan siyaset-nâmede verilen nasihatlerin bir
kısmının eski Türk kültür öğelerinden oluştuğunu söylemek yanlış olmaz[125].
Bununla birlikte Siyaset-nâmenin var olanları tekrar etmekten ibaret bir eser
olmadığı ve pratik yeni yaklaşımlar getirdiği de eser hakkında söylenenler
arasındadır. Özellikle bu gibi hususlarda içki meclislerinden bahseden[126] ve
sarayın kapılarının açık tutulması ve gelenlerin isteklerince yiyip içmesine
müsaade edilmesini nasihat eden kısımlar ile hükümdar olaolmak için kişide
bulunması gereken bir erk olarak söylediği ferr-i
izedî kut kavramının karşılığı olarak İslâmiyet Öncesi Tür Kültürü’nün
yansımalarını barındırırken, devletin kendi öz kuvvetine yabancılaşması ve
Oğuz-Türkmenleri idari makamlara atanmamasından dolayı doğan huzursuzluklara
dair olan sözlerinde Oğuzların devlete ısındırılmalarını tavsiye etmesi
ürettiği pratik çözümlere örnek teşkil eder[127].
Eserin bilinen en eski nüshasının
Milli Tahran Kütüphanesindeki Nakhjivânî derlemesi olduğu zikredilmiştir[128] ki Köymen
tarafından Siyaset-nâme üzerine en ciddi
çalışmayı gerçekleştirdiği söylenilen[129] H.
Darke tarafından kullanılmıştır[130]. Diğer
bir nüshası ise İbrahim Kafesoğlu tarafından bulunmuş olduğu malûm olan “Molla
Memehmet 113” nüshasıdır. Bunlardan başka Bibliotheque
Nationale-Paris, İstanbul, Pote
Cellection isimi ve 219 numarasıyla Cambridge, British Museum’daki Londra, Rampur
State Library’deki 121 numaralı ve Penjab
University’deki Ph III 68 numaralı nüshaların da varlığı H. Darke’nin The Siyāsat-nama or Siyar al-Muluk of Niẓām
al-Mulk isimli eserinden öğrenilebilmektedir[131]. Ancak
Siyaset-nâme’nin nüshaları hakkında tıpkı Atabetü’l-Hakayık’da olduğu gibi
örtüşmeme problemi söz konusudur. İbrahim Kafesoğlunun bulmuş olduğu nüshanın
diğer tüm nüshalardan farklı olduğu zikredilmiş olduğu gibi diğer nüshalarda
Nizam’ül-Mülk’den sonra yaşamış bazı şahısların adına raslanması gibi bir durum
da söz konusudur ki bahsedilen durum araştırmacıları Siyaset-name’nin
Nizam’ül-Mülke ait olmadığını düşünme yanılgısına dahi düşürmüştür. Ancak İ.
Kafesoğlu’nun bulmuş olduğu nüshada böyle bir durum söz konusu değildir[132].
Tüm bu veriler ise bir şekilde Siyaset-nâme’nin nüshalarına eklemeler yapılmış
olduğunu ortaya koyarken aslına en yakın nüshanın da Kafesoğlu nüshası olduğunu
fark etmeyi mümkün kılat niteliktedir.
Eser üzerine tarafımızdan
bulunabilmiş ilk çalışma Ch. Schefer tarafından 3 cilt olarak yapılmıştır.
Birinci cilt Farsca tıpkı basım (1891), ikinci cilt Fransızca tercüme (1893) ve
üçüncü cilt zeyl bölümüdür (1897)[133]. Ancak
en ciddi çalışmanın H. Darke’nin Farsça aslı ile birlikte İngilizce tercümesini
de verdiği eser olduğu Köymen tarafından bildirilmiştir. Türkçeye ilk tercümesi
M. Şerif Çavdaroğlu tarafından yapılmış ise de İ. Kafesoğlu tarafından
tenkitlere uğradığı göz önüne alınırsa tercümenin çok sağlıklı olmadığı
düşünülebilir[134].
Türkçeye tercüme konusunda en ciddi çalışma böylece Köymen tercümesi olarak
kabul edilebilir.
Eserin kullanımı açısından iki
önemli hususun göz önünde bulundurulması önemlidir. Bunlardan birincisi
Nizam’ül-Mülkün mensubu bulunduğu meshebe sıkışıp kaldığı ve mezhepçilikten
kurtulamadığıdır. Bu bağlamda eserden faydalanmak isteyen araştırmacının bu
hususu göz önünde bulundurması faydalı olacaktır. İkinci bir husus
Nizmü’l-Mülk’ün kadın ve kadınların siyasette yer alması konusundaki
beyanlarıdır[135].
Bu beyanlar okunur ve üzerine düşünülürken akılda tutulması gereken hususlardan
biri Terken Hatun ile arasındaki sürtüşme olmalıdır[136].
Müellifin mezkûr meseledeki mütâlaalarını bu hususun etkilemiş olmasının mümkün
olduğu hatırdan çıkartılmamalıdır.
Li
Te-yü’nün Mektup ve Raporları: Li Te-yü, Zhao eyaletinde ve Li klanında doğmuş[137],787-850
yılları arasında yaşamış[138], Geç
Tang Dönemi’nin en meşhur kişilerden olan
bir zat olduğu bilinmekle birlikte İmparator Wuzong’un hükümetinin[139]
başbakalığını yapmıştır[140].
840 tarihinde Uygurların Kırgızlar tarafından yenilip topraklarından
çıkartılmasından sonra[141] binlerce
Uygur Kuzey Tang sınırına doğru geldiğinde de Li Te-yü hala bu makamda
bulunmaktaydı. Sınıra dayanmış Uygurların doğurmuş olduğu meselenin hallinde
ise bizzat İmparator tarafından görevlendirilmiştir[142].
Li Te-yü’nün imparatora mektuplar
yazarak Uygurlara yardım edilmesi gerektiğini bildirmiş olduğu ve bu
mektuplarda Uygur Tarihi’nden de bahsettiği zikredilmiştir ki bu durum onun
Uygurlar hakkında tarihi bilgi olarak dolu olduğunu gösterir. Ancak Li
Te-Yü’nün sadece Uygur Tarihi açısından değil Kırgız tarihi açısından da önemi
vardır. Kırgızların ilk kağanlık dönemleri hususunda da önemli bir kaynaktır.
843 yılında Çin’e gelen Kırgızların hakkında iki adamını görevlendirerek oluşturduğu
rapor[143],
Kırgızların hükümdar ünvanları ve hakimiyeti Uygurlardan almış olduklarının
emarelerini ve bilgilerini bünyesinde bulunduran not ve mektupları Li Te-yü’nün
Uygur tarihi hususundaki önemi ölçüsünde Kırgız tarihi açısından da bir önem
arz ettiğini ortaya koyar niteliktedir[144].
Li Te-yü’nün biyografisinin jiu
Tang Shu ve Xin Tang Shu’da yer
aldığı bugün için bilinmektedir[145]. Li
Te-yü’nün notlarının önemi daha kendi çağında farkedilmiş ve bürokratik
yazıları IX. yüzyılın ikinci yarısında (Zheng Ya ve Li Shanyin isimli) iki
arkadaşı tarafından ayrı ayrı derlenmiştir.
Diğer önemli bir çalışma ise 1937 yılında Cen Zhongmian tarafından
yapılmıştır. Cen Zhongmian hem Zeng nüshasını ve hem de Shanyin nüshasını
kullanarak orijinal bir metin oluşturmuştur. Çalışmasının isminin “Li Deyu Huichang fa pan ji bian zheng shang” olduğu zikredilmiştir. Bunun
dışında A. Chavannes ve P. Pelliot’un Li Te-yü’nün notlarından Çin’de Maniheizm isimli eserinde
yararlandığı bilinmekle birlikte eserin Li Te-yü’den birkaç pasaj kadar
yetersiz içerik barındığı söylenmiştir. Son olarak söylenmeye değer çalışma ise
Tsai Wenshen’in 1967 yılındaki Li
Te-Yü’nün Mektuparına Göre Uygurlar çalışmasıdır. Ancak bu eserin de
başlığına rağmen Li-Te’yünün mektuplarından yeteri kadar yaralanmadığı ve
haricen 16 ayrı kaynaktan çeviriler içerdiği M. R. Drommp tarafından
zikredilmiştir ki onun Tang China And The Collapse Of The Uighur Empire: A
Documentary History isimli eserinde de
Li Te-yü hakkında epeyce dolgun içerik bulunmaktadadır[146].
[1]Tilla Deniz Baykuzu, “Hunların
Kayıp Kitapları ve Sutralar”, Bilig,
S. 44, Taşkent 2008, s. 196-204.
[2]Şevket Koçsoyun2. Chao Devletinin
kuruluşu hakkında verdiği 329 tarihi her halde onun kesin kuruluş tarihi
olmalıdır. Baykuzu’nun verdiği bilgiler onun devletini esasen 319 yılında
kurduğu söyler. 329 tarihi ise esasen İlk
Chao devletinin, Son Chao Devleti kurucusu Shih-lo tarafından yıkıldığı
tarihtir. O halde söylenebilir ki, Koçsoy’un verdiği tarih bu bağlam da Son
Chao’nun, İlk Chao’yu yıkması bağlamında kesin kuruluş tarihi ya da
imparatorluk halini alma tarihidir. Bahsedilen görüşler için bkz.: Şevket
Koçsoy, “Türk Tarihi Kronolojisi”, Türkler,
C. I, Ankara 2000, s. 42, Baykuzu, a.g.m., s. 196, 205.
[3]Baykuzu, a.g.m., 197-204.
[4]Kaşgarlı Mahmud, a.g.e., s. 5.
[5]Fuzuli Bayat, Büyük Türk Bilgini ve Ansiklopedisti
Kaşgarlı Mahmud, Ankara 2008, s. 16.
[6]Muharrem Kaya,
“DivânüLûgati’t-Türk’ün Halk Bilimi Açısından Önemi”, Folklor/Edebiyat Dergisi, VIII/31,
2002/3 Ankara, s. 44-46.
[7]Bayat, e.g.e., s. 16.
[8]Zeynep Korkmaz, Türk Dili Üzerine Çalışmalar, C. I.,
Ankara 1995, s. 255.
[9]Bayat, a.g.e., s. 16.
[11]Korkmaz, a.g.e., s. 225.
[12]Kaşgarlı Mahmud, a.g.e., s. 5.
[13]Abdullah Taymas, “Divanü Lügat-it-Türk Tercemesi”, Türkiyat, C. VII., s. 212.
[14]Kaşgarlı Mahmud, a.g.e., s. 11-15.
[15]Gömeç, a.g.m., s. 76.
[16]Bkz.; KaşargarlıMahmud, a.g.e., s. 730-731.
[17]Kemal Yavuz, “Yusuf Has Hacib ve
Kutadgu Bilig”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
XXXVII/37, 2007 İstanbul, s. 138.
[18]Hasan Hüseyin Adalıoğlu, “Bir
Siyaset Name Olarak “Kutadgu Bilig”, Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, s. 241-242.
[19]Gömeç, a.g.m., s. 74.
[20]Ferruh Ağça, “Türkistanlı Bir
Bilge: Yusuf Has Hacip”, Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül
Sultanları Buluşması (26-28 Mayıs 2014) Tebliğleri, Eskişehir 2013, s.81.
[21]Adalıoğlu, a.g.m., s. 241.
[22]Süer Eker, Türk Edebiyat Tarihi, C. I., Ankara 2006, s. 194.
[23]Yavuz, a.g.m.,s. 141.
[24]Ağça, a.g.m., s. 82.
[25]Erdem Uçar, “Kutadgu Bilig’in
Kronolojik Kaynakçası Hakkında Bir Deneme”, Sosyal
Bilimler Dergisi, S. 4, İstanbul 2015, s. 63-100.
[26]Eker, a.g.e., s. 195, 197.
[27]Adalıoğlu, a.g.m., s. 247.
[28]Gömeç, a.g.m., s. 74.
[29]Eker, a.g.e., s. 196.
[30]Zafer Önler, “Kutadgu Bilig
Üzerine Notlar”, Türk Dilleri
Araştırmaları, C. XIV, İstanbul 2004, s. 10.
[31]Sema Aslan, “Talat Tekin, Irk
Bitig, Eski Uygurca Fal Kitabı” İlmî
Araştırmalar: Dil, Edebiyat, Tarih İncelemeleri Dergisi, S. 18, İstanbul
2004, s. 151.
[32]Fikret Yıldırım-Erhan
Aydın-RisbekAlimov, Yenisey-Kırgızistan
Yazıtları ve Irk Bitig, Ankara 2013, s. 345.
[33]İ. V. Stebleva, “Eski Türkçe Fal KîtabıIrkbttigve
Sembollerin Kavramsal Temeli”,
çev. Halil İbrahim Usta, Türkoloji
Dergisi, XIV/1, Ankara 2001, s. 195.
[34]Yıldırım, a.g.e., , s. 345.
[35]Fikret Yıldırım, Erhan Aydın ve
RisbekAlimov’un eserinde Erdal’ın bahsi geçen çalışmasının 1978 ve 1997
yıllarında olduğu belirtilmiştir.
[36]Yıldırım, a.g.e., s. 345.
[37]Aslan, a.g.m., s. 151-152.
[38]Yıldırım, a.g.e., s. 345.
[39]Kuban Seçkin, “Irk Bitig:
Toplumsal İyi ve Toplumsal Kötünün İnşasında İdeolojik Bir Fal Kitabı”, Uluslararası Türkçe Kültür Eğitim Dergisi,
IV/4, İstanbul 2015, s. 1434.
[40]Stebleva, a.g.m., s. 195.
[41]Stepleva, a.g.m., s. 198.
[42]Seçkin, a.g.m., s. 1433-1448.
[43]Erdem Uçar, “AltunYaruk Sudur
Üzerine Yapılan Çalışmalar Hakkında Açıklamalı Bir Kaynakça Denemesi”, Dil, Edebiyat ve Halk Araştırmaları Dergisi,
I/1, 2013, s. 227-229.
[44]Erdem Uçar, “AltunYaruk Sudur: X.
Tegzinç, XXIX. Bölök [R-M 653/08-657/17]”, Modern
Türklük Araştırmaları Dergisi, X/1, Ankara 2013, s. 26.
[45]Uçar, “Kaynakça”, s. 227-229.
[46]Erdem Uçar, “AltunYaruk Sudur X.
Tengziç, XXX. Bölök [R-M. 657/18-661/12]”, Gazi
Türkiyat Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi, VI/10, Ankara 2012, s. 166.
[47]Uçar, “Kaynakça”, s. 228-229.
[48]Mahayana Budizmi, Budizmin
Türkler arasında Hinayana koluna nazaran daha çok yayılmış bir Budist mezhebi
olduğu zikredilmiştir. Mahayana Budizm’inin ferdiî kurtuluşu esas alan Hinayana
Budizm’inden farklı olarak toplumsal kurtuluşu öngörmesi onun Türk düşüncesine
daha uygun kılmıştır denebilir. Diğer taraftan merkezicetçi kâinat algısı Türk kozmolojisine daha yakındır
denebilir. Böylece Türk Cihan Hakimiyeti açısından ve toplumsal bağları, toplum
olma güdüleri gayet gelişmiş olduğu görülebilen Türk algısı açısından
MahayanaBudizmi Türkler için daha ideal bir yapı arz etmiştir denebilir; Ünver
Günay-Harun Güngör, Türklerin Dinî Tarihi,
İstanbul 2009, s. 160-161.
[49]Uçar, “XXX. Bölök”, s. 166.
[50]Uçar, “Kaynakça”, s. 229.
[51]Uçar, “XXIX. Bölök”, s. 26.
[52]Uçar, “Kaynakça”, s. 229.
[53]Mehmet Ölmez, AltunYaruk III. Kitap (=5. Bölüm), Ankara
1991, s. 7.
[54]Uçar, “Kaynakça”, s. 231-232.
[55]Ercilasun, a.g.e., s. 248.
[56]Gömeç, “Kaynakları”, s. 86.
[57]Hans J. Klimkeit-Mehmet T.
Berbercan, “Türk Orta Asyasında Budizm”, Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, S. 26, Konya 2009, s. 101.
[58]Ercilasun, a.g.e., s. 248.
[59]Klimkeit, a.g.m., s. 105.
[60]Gömeç, “Kaynakları”, s. 86.
[61]Ercilasun, a.g.e., s. 248.
[62]Burkan kelimesinin Türkler
tarafından “Buddha” için kullanıldığı bilinmektedir; Günay, a.g.e., s. 161.
[63]Gömeç, “Kaynakları”, s. 86.
[64]Ercilasun, a.g.e., s. 248.
[65]Klimkeit, a.g.m., s. 101.
[66]Ercilasun, a.g.e., s. 267.
[67]Gömeç, “Kaynakları”, s. 86.
[68]Osman Fikri Sertkaya,
“Maitrisimit NomBitig (I)”, Türk Dili
Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara 1983, s. 255.
[69]Şinasi Tekin, Maytrısimit, Ankara 1976, s. 29-30.
[70]Marcel Erdal, A Grammar of OldTurkish, Boston 2004, s.
264
[71]Geng Shimin, “The Uigur Kingdom
of Kocho”, History of Civilization of
Central Asia, C. IV, Paris 1998, s. 211.
[72]Ş. Tekin, a.g.e., s. 27-28.
[73]Peter B. Golden, Studies on thePeoples and Cultures of
theEurasianSteppes, Bükreş 2011, s. 61.
[74]Ş. Tekin, a.g.e., s. 29.
[75]Peter Zieme, “Fragments of the
Old Uigur Maitrismitnombitig in St.
Petersburg, Helsinki and Berlin”, Written
Monuments of The Orient, I/1, St. Petersburg 2015, s. 15-
[76]Ş. Tekin, a.g.e., s. 2; Gömeç, a.g.m., s. 86.
[77]
Günay, a.g.e., s. 175.
[78]
Kemal Eraslan, Uygur Türkçesi Grameri, Ankara 2012, s.
48.
[79]
Mehmet Mahur Tulum, “Eski
Uygurca Bir Cümle Üzerine Bazı Düşünceler”, Türkiyat
Mecmuası, XXV/2, 2015 İstanbul, s. 349.
[80]
Eraslan, a.g.e., s. 48.
[81]
Engin Çetin, On Üçüncü Yüzyıl Türkçesinde Soru,
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana
Bilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, Adana 2008, s. 33.
[82]
Günay, a.g.e., s. 175.
[83]
Erol Kuyma, “ Cehennem ve
Tamu Kelimeleri Üzerine Art Zamanlı Bir Değerlendirme”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, III/4, Erzurum
2015, s. 880.
[84]
F. W. K. Müller-A. V.
Gabain, Uygurca Üç Hikaye, çev. S.
Himran, İstanbul 1946, s. 5-87.
[85]
Mustafa Yalçınkaya, “Ahmet
Yesevi ve Divan-ı Hikmet”, Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, XXVI/1, Ankara 1933, s.
16-19.
[86]
Mehmet Salih Gecit, “Hoca
Ahmet Yesevi ile Şeyh Ahmed-i Hânî’nin Divân- Hikmet ve Mem U Zin eserlerindeki
İtikadî Esasların Mukayesesi”, Dilbilimleri
Akademik Araştırma Dergisi, XII/3, Ankara 2013, s. 128.
[87]
Yalçınkaya, “a.g.m.”, s.
19.
[88]
Kemal Eraslan, “Divân-ı Hikmet”, Türk Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 9, Ankara 200, s. 429
[89]
Kemal Eraslan, Divân-ı hikmet’ten Seçmeler, Ankara
1983, s. 41.
[90]
Metin Karaörs, “Kayseri’de
Bulunan Bir Divân-ı Hikmet Basması Ahmed Yesevî’nin Yayınlanmamış Hikmetleri”, Milletler Arası Hoca Ahmet Yesevi Sempozyumu
Bildirileri (26-29 Mayıs1993), Kayseri 1993, s. 197.
[91]
“Kul hâce ahmed her bir sözüng derdge dermân
tâliblerge
beyân kılsam kalmas armân
tört
ming tört yüz hikmet aydım hak’dın fermân
fermân
bolsa tâ ölgünçe sözlesem men”
; Eraslan, a.g.e., s. 42.
[92]
Karaörs, a.g.m., s. 199.
[93]
Gecid, a.g.m., s. 128.
[94]
Reşid Rahmeti Arat, Atabetü’l-Hakayık, İstanbul 1951, s. 6.
[95]
Selçuk Uysal, “Neresi
Olduğu ve Edip Ahmet Hakkında”, Turkish
Studies, II/4, Ankara 2007, s. 1198.
[96]
Arat, a.g.e., s. 5-6.
[97]
Reyhan Keleş, “Türk
Edebiyatı’nda Nasihat”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 44, Erzurum 2010,
s. 196.
[98]
Arat, a.g.e., s. 6-8.
[99]
Tuncer Gülensoy, “Edip
Ahmet Yüknekî”, Diyanet İslam
Ansiklopedisi, C. 10, İstanbul 1994, s. 422.
[100]
Abdurrezzak Bahşının Fatih
Sultan Mehmet’in yayınlamış olduğu Uygurca yarlığı yazzan kişi olduğu
bilinmekle birlikte Kutadgu Bilig isimli eserin İstanbul’a getirilmesini
sağladığı bilinmetedir. Bahşılık meselesine gelinecek olursa Bahşıların
Timurlularda ve Osmanlı Devlitenin de bir tür görevli konumda oldukalrı
bilinmektedir. Büyük ihtimalle Uygurca yazmak ve bu ilmle uğraşmakla memur olan
Bahşıların daha İslamiyet Öncesi Uygurlarından itibare gelen bir durumları söz
konusudur. Özkan İzginin verdiği bilgiler Abdiharma
cinsi Budist eserlerden bir örneğin bugün elde bulunduğunu söylerken eseri
Vapşı Bakşı isminde bir Uygurun tercüme ettiğini söylemektedir. Bahsi geçen
durum bakşılığın arka planı hakkında az da olsa bir fikir verebilmektedir;
Özkan İzgi, Orta Asya Türk Tarihi Araştırmaları,
Ankara 2014, s. 76.
[101]
Arat, a.g.e., s. 20-39.
[102]
Melek Özyetkin, İslam Öncesi Uygurlarda Toprak Hukuku,
[103]
Emin Yolalıcı, “Türk
Tarihinin Kaynaklarına Genel Bir Bakış”, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, I/3, Bahar 2008, I/3, s. 474.
[104]
Özyetkin, a.g.e., s. 11-12.
[105]
Gömeç, “Kaynakları”, s. 87.
[106]
Ahmet Caferoğlu,
“Uygurlarda Hukuk ve Maliye Istılahları”, Türkiyat
Mecmuası, C. IV., İstanbul 1934, s. 5.
[107]
Özkan İzgi, Orta Asya Türk Tarihi Araştırmaları,
Ankara 2014, s. 33-34.
[108]
Caferoğlu, a.g.m., s. 3.
[109]
İzgi, a.g.e., s. 33-34.
[110]
Yolalıcı, a.g.m., s. 474.
[111]
Caferoğlu, a.g.m., s. 6.
[112]
Yolalıcı, a.g.m., s. 474.
[113]
Caferoğlu, a.g.m., s. 6.
[114]
Özyetkin, a.g.e., s. 20.
[115]
Caferoğlu, a.g.m., s. 1.
[116]
Özyetkin, a.g.e., s. 20.
[117]
Caferoğlu, a.g.m., s. 3.
[118]
Özyetkin, a.g.e., s. 22.
[119]
Nizamü’l-Mülk, Siyaset-nâme, çev. Mehmet Taha
Ayar, Ankara 1941, s. VIII.
[120]
Nizamü’l-Mülkün Ali Bin
Hasan Bin İshak et-Tusî olarak bilinmesinin Nûkan kasabasının Tus’a bağlı
olmasından ileri geldiği düşünülebilir; Nizamü’l-Mülk, Siyaset-name, haz. M. Altay Köymen, Ankara 1982, s. VIII.
[121]
Nizamü’l-Mülk, a.g.e., M. T. Ayar, s. VII.
[122]
Nizamü’l-Mülk, a.g.e., M. A. Köymen, s. VIII-IX.
[123]
Burak Coşkun-Hamza
Günaydın, “Ombudsmanlığın Kökeni Meselesi Bağlamında Türk-İslam Devlet
Geleneğinde Şikayet Hakkında Kurumsal Tekâmülü”, Ombudsman Akademik Dergisi, II/3, Ankara 2015, s. 21-33;
Ninamü’l-Mülk, a.g.e., Köymen, s.
V-XV.
[124]
Nizamü’l-Mülk, a.g.e., M. Taha Ayar, s. XXI.
[125]
Nizamü’l-Mülk, a.g.e., Köymen, s.IX-XV.
[126]
Kadir Canatan, “Geleneksel
Siyaset ve Devlet Felsefesinin Bir Yorumu Olarak “Siyasetname” –Büyük Devlet
Adamı Nizamü’l-Mülk’ün Devlet ve Siyaset Anlayışı Üzerine-”, Turkish Studies, IV/7, İstanbul 2009, s.
200.
[127]
Nizamü’l-Mülk, a.g.e., Köymen, s. IX-XV.
[128]
A. K. S. Lambton, “The
Dilemma of Government In Islamic Persia: “The Siyāsat-nāma” of Niẓam al-Mulk”, British Institute of Persian Studies, C.
XXII, London1984, s. 55.
[129]
Nizamü’l-Mülk, a.g.e., Köymen, s. VIII.
[130]
Lambton, a.g.m., s. 55.
[131]
Hubert Darke, The Siyāsat-nama or Siyar al-Muluk of Niẓām
al-Mulk, New Haven 1960, s. IX.
[132]
Nizamü’l-Mülk, a.g.e., M. A. Köymen, s. VIII-IX.
[133]
Darke, a.g.e., s. IX.
[134]
Nizamü’l-Mülk, a.g.e., M. A. Köymen, s. VIII.
[135]
Nizamü’l-Mülk, a.g.e, M. T. Ayar, s. XVIII-XX.
[136]
Osman Turan’ın verdiği
bilgilere göre Melik Şah ile Nizamü’l-Mülkün aralarının açılmasındaki
sebeplerden birinin de Terken Hatun’un ihtirasları ve onun veziri
Tâc’ül-Mülk’ün faaliyetleri olarak görülebilir. Nizam’ül-Mülk’ün suikastı
hususunda Tâc’ül-Mülk üzerine olan şüpheler dolayısıyla Terken Hatun için de
mevzu bahistir. Terken Hatun ve Nizam’ül-Mülk’ün çekişmesi konusunda detaylı
bilgi için bkz.: Osman Turan, Selçuklular
Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyet, İstanbul 2010, s. 213-217.
[138]
Michael R. Drommp, “From
Qatun to Refrugee: The Taihe Princess among Uighur”, The Role of Women in The Altaic World, 2007 Wiesbaden, s. 61.
[139]
Michael R. Drommp, Tang China and the Collapse of the Uighur
Empire, Leiden 2005, s. 2.
[140]
Drommp, a.g.m., s. 61.
[141]
Gömeç, “Kaynakları”, s. 87.
[142]
Drommp, a.g.m., s. 61.
[143]
Rachel Lung, Interpreters in Early Imperial China,
Amsterdam 1984, s. 123.
[144]
Rysbek Alimov, “On The
Yenisey Kırghız Title A-re” Acta
Orientalia Academia Scientarum Hung., LXIX/3, Budapest 2016, s. 276.
[146]
Drommp, a.g.e., s. 3-5.