Oğuz Kağan Destanı: Oğuz Kağan destanı efsanevi Oğuz
Kağan’ın doğumu, büyümesi ve fetihlerini işleyen hem Türkler hem de Moğollar
arasında yayılmış[1] olduğu bilinen bir destandır. Destanın
tek bir rivayeti olmadığı gibi tek bir nüshasının da varlığının söz konusu
olmadığı bilinmektedir. Öncelikle Oğuz Kağan Destanı üç varyanta sahiptir.
Bunlardan biri Cengiz Han devrinden önce kaleme alınmasının mümkün olmadığı
söylenen Uygurca Oğuz Kağan Destanıdır. Bu nüshanın İslami etkiden uzak,
bünyesinde farsça ve Moğolca kelimeler bulundurması ve Maniheizm ile
ilişkilendirilen motifleri barındırdığının söylenmiş olması destanın Uygurların
Maniheizm’e iltihakı sonrasında, Moğollar ile iyice kaynaşmış oldukları bir
dönemde yazılmış olması gerektiğini düşündürür[2] ki Velidi Togan’ın bu tarihi XIII.
yüzyıl olarak beyan etmesi bu yolla anlaşılabilir[3]. Bu nüshanın Bibliotheque Nationale’de
Türkçe yazmalar bölümünde no. 1001 kaydı altında olduğu zikredilmiştir[4]. Baştan ve sondan kopuk olduğu
düşünülen nüsha Oğuz’un doğumu ile başlayıp memleketini oğulları arasında
paylaştırmasına kadar gider. Bu nüsha üzerine etraflıca tercüme ve
değerlendirme çalışması Bahaeddin Ögel tarafından yapılmıştır[5].
İkinci
varyantı İslami varyantıdır. İslami Oğuz Kağan Destanı’nın esas kaynağının
Reşideddin’in Camiü’t-Tevarih isimli eserinin “Tarih-i Oğuzhan ve Türkan”
kısmıdır. Bu varyantın nüshaları Topkapı Sarayı, Hazine 1653; Topkapı Sarayı,
Hazine 1654; Topkapı Sarayı, III. Ahmet
Kütüphanesi 2935;Topkapı Sarayı, Bağdat Köşkü 282; Süleymaniye, Damat İbrahim
Paşa Kitaplığı 919 şeklinde numaralanıp İstanbul’da bulunmaktadır. Bunlar hariç
Ebu’l-Gazi Bahadır Han’ın Seçere-i Terakimesi’nde de Reşidüddin’in Oğuz Kağan
destanının bir nüshası bulunduğu bilinmektedir. Bir diğer nüsha ise
Yazıcıoğlu’nun Tevarih-i Al-i Selçuk isimli eserinde bulunmaktadır.
İki
temel varyant arasında elbette pek çok farklılar vardır. Bunlardan birincisi
destanların başlangıç ve bitiş noktalarıdır. Uygurca Oğuz Kağan Destanı[6] Oğuzun Doğumu ile başlarken İslamî
varyant Nuh Peygamber soyundan başlar. İslami Oğuz varyantı sadece bir Oğuz
Kağan Destanı değil adeta Türk Tarihi mecmuası, edebi bir özeti gibidir. Velidi
Togan da bu görüşte olacaktır ki Oğuz’un Ön Asya (Rum) seferleri onun
tarafından İskitlerin fetihlerinin akisi olarak değerlendirilmiştir[7].Oğuzun doğuşu konusunda da farklılıklar
mevcuttur. Oğuz Kağan, UOKD’nın girişinde türlü mitolojik simgelerle donatılmış
ve İslamlığına dair en ufak bir emare yok iken İslamî varyantta Oğuz annesini
İslam dinine davet eder. Diğer taraftan Oğuz’un evliliği de farklıdır.
UOKD’nında Oğzu yerin göğün kızları ile evlenirken Farsça nüshada Türklerdeki
iç evlilik yasağı göz ardı edilerek amcasının kızıyla evlenmiştir. Uygurca
nüshada babasının adı Ay Kağan iken İslamî varyantta Kara Handır. İslamî
varyantta, Uygur varyantında sık sık çıkıp Oğuz’a yol gösteren bozkurta
rastlanmamaktadır. Bunlar en temel farklılıklardır[8]. Son olarak söylenebilir ki Oğuz Kağan
Destanı hem Türk Tarihi, Dili ve kültürü hem de etimoloji çalışmaları için son
derece önemli bir kaynaktır.
Ergenekon, Bozkurt Destanları: Bu iki destan birbirine girift olarak
gözükmektedir. Bu destanları genel hatları aynı olmakla birlikte iki kaynağı
söz konusudur. Bunlardan birincisi Çin yıllıkları diğeri ise Reşidüddin’in
eseridir. Bozkurttan Türeyiş destanı Göktürklerin destanlarından biri olmakla
birlikte düşmanları tarafından Türklerin katledilmesini ve son bireyin elleri
ayakları kesilip (bazı varyantlarda sadece ayak) bir bataklığa atılmasından
sonra dişi kurt tarafından dağın içindeki bir ovaya/mağaraya getirilir. Türkler
burada çoğalır, bu ovadan demir dağı eritip çıkar ve çevreye yayılır. Özetle
böyle olan efsanenin üç varyantı olduğu da bilinmekle birlikte bu varyantlar
arasında ufak tefek farklılıklar vardır. Bahsi geçen varyantların bir kaynağı
Chao Shu ve diğer kaynağı Sui Shu olmalıdır[9].
Ergenekon
Efsanesi dediğimiz vakit ise Reşidüddin’in eserindeki destan akla gelir ki o
destanı Moğollara mal etmiştir. Moğolların Türkler tarafından katledilmesi söz
konusu olduğu gibi tek bir çocuk değil
bir çift hayatta kalmıştır ve onlar tek başlarına kaçıp etrafı dağlarla çevrili
bir ovaya saklanmışlardır. İki varyant arasındaki temel farklar buralardan
görülebilir. Çin kaynaklarındaki bozkurt destanının Reşidüddin’deki Ergenekon’a
olan benzerliğini nasıl değerlendirmek lazım geldiği ayrı bir konudur.
Türklerin kendi yazılı kaynaklarında mevcut olmamasına karşın Çin Yıllıkları
(ki Chao Shu[10]’nun yazılış tarihi Reşidüddinden
eskidir) bu efsanenin neredeyse aynını Türkler için bahsetmiştir. Ögel’in
görüşüne göre Reşidüddin’in çarpıtması söz konusudur. Diğer bir mesele ise
Ergenekon adı üzerinedir. Reşidüddin Ergenekon’u “kon sözünün manası, “dağ beli
geçit” demektir. Ergene ise “sarp”anlamına gelen bir sözdür” şeklinde tarif
ederken[11] Gömeç, Kun gelimesi ve halk anlamına
gelmesi hasbiyle “Ergene-kun” olarak aldığı kelimeyi “halkların ergen olduğu,
çoğaldığı yer” olarak tarif etmiştir[12]. Ayrıca hem Hiung-nular hem de
göktürklerde “ata-mağrası” ritinin varlığı, buraya gidilip kağan önderliğinde
kurbanlar kesildiği (bahar kurultayında) bilinmektedir. Bu Mağara Gömeç’in
beyanlarında Kutlu Atalar Mezarlığı, Ögel’in beyanlarında ise ata mağarasıdır.
Gömeç’in Türklerin Ergenekon’dan çıkışlarını her bahar başlangıcında Ergenekon
çıkışında yeni yılın başlangıcında kutlamalar ve kurultay yaptığını söyler.
Ögel’in bilgileri ise bu bilgiler örtüşür niteliktedir ki bu atalar mağarasının
Ötüken’e dört beşyüz mil mesafede dağlarla çevrili bir yer olarak belirtilmesi
hayli önemlidir[13]. Çin yıllıklarındaki veriler ve yukarda
bahsedilen rit Ergenekon’un Türk destanı olması ihtimalini berkitmiş ise de Ergenekon
destanı üzerine fikir ayrılıklarının ve çelişkilerin olduğunu söyleyip konuyu
burada sonlardırmak yeterlidir.
Uygur Türeyiş Destanları: Ögel’in Türk Mitolojisi I isimli eserine
ve Gömeç’in “İslâmiyet Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine” isimli
makalesine bakıldığında Uygurların birden fazla türeyiş destanına sahip olduğu
fark edilebilir. Ancak Ögel’de destan Kao-çı destanı olarak söylenirken Gömeç’te
Uygur destanı olarak gözükür[14]. Bunun sebebi Kao-çıların Uygurların
kurucularından olduğunun kabul edilmiş olması olabilir. Çin kaynaklarının
Kao-çı boylarının kökeni hakkında bahsi geçen destanı zikretmesi bu konuda önemlidir[15]. Bu efsanye göre Kao-çı -Ögel varyantı-
ya da Hiung-nu -Gömeç varyantı- hakanlarından birinin iki ya da üç tane kızı
vardı. Hakan kızlarının insanla evledirilmek için yaratılmadığını düşünür. Bu
sebeple onların Tanrı ile evlenmeleri gerektiğini düşünüp bir kule –Gömeç
varyantı- ya da dağ tepesine –Ögel varyantı- götürmüştür. Kızlar götürüldükleri
yerde beklerken tepe ya da kulenin etrafında bir erkek kurt dolanmaya başlamış
ve gitmemiş. Kızlardan küçük olanı bunun Tanrı olduğunu düşünüp inip onunla
evlenmiş. Bu kurttan türeyenler Ögel’in bahsine göre Kao-çıları, Gömeç’in
bahsine göre Uygurları oluşturmuştur[16].
Uygurların
bu türeyiş destanında kurdun erkek olması ve dağ motifleri dikkate değerdir. Bunlardan
bozkurdun hem Oğuz Kağan Destanında hem Göktürklerin Türeyiş destanlarında hem
de Uygurların bahsi geçen destanında kurtarıcı, ata, yol gösterici gibi önemli
ve kutsal noktalarda yer almaktadır. Fuzuli Bayat’ın eserine bakıldığında
bozkurdun bütün Türkleri şamil bir ata olmasından ziyade sadece yönetici
hanedanların atası olduğu yönün fikirlere rastlana bilir. Diğer taraftan Kurt
sadece Uygur ve Göktürklerce sahiplenilmiş bir motif olmayıp Hunlar, Wusunlar,
Moğollar gibi topluluklarda var olduğu bilinmektedir. Hun kurganlarında görülen
kurt başı motifleri görülmektedir ki bu durum Hiung-nularda kurdun varlığını
gösterir. Moğollarda ise Alan-koa’nın cadırına girip onu hamile bırak “ışığın
çocukları” soyunun babası çadırdan bir kurt ya da köpek şeklinde çıkmıştır[17]. Bozkurtun bu denli baskın yapısı ve
Türk-Moğollar arasındaki önemi bazı dilci ve tarihçileri bozkurdun Türklerde
totem olduğu ve Türklerde totemciliğin var olduğunu söylemek yoluna
sevketmiştir[18]. Ancak İbrahim Kafesoğlu’nun verdiği bilgilere
bakıldığında Türk inancında totemizmin yeri olamayacağı farkedilebilir. Çünkü
Kafesoğlu totemizm inancının sadece bir şuringa’yı, hayvan ya da cismi ata ve
koruyucu olarak kabul etmekten ibaret olmadığını belirtir. Totemist toplumlarda
maderşahi aile yapısının olduğunu, mülk ortaklığı hukukunun cari olduğunu ve
her klanın bir ata ve koruyucu toteminin olduğunu söyleyen Kafesoğlu Türklerde
maderşahi aile yapısının olmaması ve mal varlıkta ortaklığın ise sadece hayvan
sürüsü üzerine geçerliği oludğunu ve Türkler arasında ata olarak tanınan
hayvanların sadece iki tane olduğunu, Türklerde her klanın bir koruyucu ataya
sahip olmadığını belirterek bu duruma
karşı çıkar[19].
Bir
diğer Uygur türeyiş destanı ise iki kaynaktan gelmektedir. Bunlardan birincisi
Cüveynî’nin eseri ikincisi ise Temür Buka yazıtıdır. Cüveynî’nin rivayetleri de
iki tanedir. Bunlardan birinci iki dağ arasındaki iki ağaca inen bir ışık ve bu
ağaçlara düşen yıldırımlardan sonra burada beş tane çocuk bulunması ile başlar.
Çevredeki boylar bu çocukları kutsal kabul edip yetiştirip büyütmüşler ve
aralarından Bökü Tegin’i han ilan etmişlerdir. Destanın kalan kısmı Bökü
Tigin’in seferleridir ki Oğuz Kağan’ın seferlerine bezmeke olduğu fark edilir.
Burada geçen Bökü Tigin’in Uygurların meşhur kağanı Böğü Kağan olduğu Ögel’in
beyanları incelendiğinde fark edilebilir. Bununla birlikte Maniheizm’den çok
bir etki taşımaması bir soru işareti olarak görülebilir. Bökü Tekin
destanındaki ağaç, yıldırım, dağ, ışık gibi motifler başka Türk destanlarında
da mevcuttur. Bu konuda Uygurca Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz’un gökten ışıkla gelen eşi ve ağaç
kovuğundan çıkan eşi göz önüne getirilmelidir. Dağların Türk kültüründeki
önemli yeri ise pek çok müellif tarafından belirtilmiştir. Temür Buka
Yazıtı’nın sunduğu Uygur Türeyiş Efsanesi ise bambaşkadır. Bu yazıttaki Uygur
Türeyişi sadece Uygur Tarhi için değil Göktürk tarihi içinde çok önemlidir.
Yazıt Uygurların Tonyukuk soyundan geldiğini belirtirken Tonyukukunda bir Çinli
olduğunu beyan etmektedir. Yazıtın aslen Çince olduğu ve Ögel tarafından
çevrildiği bilinmektedir. Bu yazıttaki bilgilerin ayrı bir önemi yazıtta Uygurların
Bögü Kağan devrinden itibaren oturdukları söylenen coğrafyanın Cüveynî’nin
naklettiği Bökü Tekin destanındaki ağaçların bulunduğu yere benzemesidir. Yine
Cüveynî’nin eserinde aynı destanın farklı bir rivayetinden bahsedildiği
söylenmiştir ki bu rivayette ağaç motifi, kutsal çocuklar bahsi değişik bir
şekilde, adeta hurafe olduğunu işaret eder bir üslupla yazılmıştır[20]. Diğer taraftan bahsi geçen son
rivayetin bir noktadan sonra Gömeç’in Uygurların Göç Destanı olarak verdiği
destanla birleşektedir. Ancak buradaki göç destanı belli açılarla Gömeç’in
belirttiği varyanttan ayrılır. Çünkü Gömeç’in Göç Destanı’nda Karakurum
Dağındaki kutsal taşların Çin’e verilmesi sebebiyle hayvanlar “göç göç” diye
bağırırken Cüveynî nüshasında dağ ve kutsal taşlar kısmı yoktur. Gömeç’in varyantında ise
Çinliler Türklerin zenginliğinin bu dağdaki taşlardan geldiği fark ettikten
sonra kendilerinin Uygurlara prenses vermiş olmalarına karşılık onlardan
dağdaki taşları istemeleri sonucu göç mecburiyeti doğmuştur. Bu bahsedilen
destan dolayısıyla Göç Destan’ı olarak da bilinmektedir[21].
Alp Er Tonga Destanı: Alp Er Tunga Firdevsî’nin rivayetlerindeki
Afrasyab olduğu iddia edilen efsanevi Türk lideridir[22]. Kaşgarlı Mahmud’un kendisinin dahi
Afrasyabın Türkçedeki ünvanının Tonga Alp Er olduğunu belirtmesi ve iki ismin
sahibinin aynı kişi olduğunu söylemesi önemlidir[23]. Afrasyabın İranlılar ile olan efsanevi
mücadelesi ve bunun anlatılarından oluştuğu düşünülen destan bugün Alp Er Tunga
Destanı olarak da geçmektedir. Tüm bu duruma rağmen Alp Er Tunga ile Afrasyabın
aynı kişi olması konusunda farklı görüşlerde söz konusudur. Özellikle Saadettin
Gömeç Alp Er Tonga’nın 713 yılında Beş Balık seferine gönderilen Kapgan Kağanın
büyük oğlu Tonga Tigin olduğu söylemiştir. Tıpkı Kültigin gibi cesur bir şahıs
olduğunu söyleyen Gömeç, Türk edebiyatı ve tarihince meşhur olan saguda geçen
Alp Er Tunga’nın Beş Balık seferinde ölen Tunga Tigin olduğunu söylemiştir[24]. Bu açıdan bakıldığında Alp Er Tunganın
Afrasyab olma ihtimali düşüktür. Çünkü Afrasyabın 12 yıl boyunca İran’da hüküm
sürdüğünün bilgisi Er Tonga ile uyuşmaz. Diğer bir rivayet ise Cüveynî’den ve
Töhpe Yazıtından geldiği söylenen Böğü Kağan’ın Afrasyab olduğu bilgisidir[25]. Ancak yukardaki sebepten ötürü Böğü
Kağanında Afrasyab olması problemlidir denebilir. Diğer taraftan Afrasyab’ın
pek çok Türk topluluğu tarafından -mesela Karahanlılar ve Selçuklular ki Selçukluların
otuz beşinci nesilden kendilerini Afrasyaba dayandırdıkları söylenmiştir- ata
kabul edilmiş olmasından dolayı Er Tonga ya da Böğü kağan gibi nisbeten yakın bir şahsiyete atfedilmesi de
sorgulanmaya açıktır[26]. Tüm bu anlatıya bakıldığında Afrasyabın
daha eski bir Türk lideri olması gerekir ki Heredot’un tarih eserin İskitlerin
Pers topraklarında 12 sene boyunca hakimiyet kurmuş olduğunun söylenmesine[27] bakılırsa Afrasyab’ın Tonga Tiginden de
Böğü Kağandan da daha eski bir döneme ait olduğu fark edilir.
Manas Destanı: Kırgızlara ait olduğu ve Kırgızlar
arasında “Manasçı” denen sanatkarlar tarafından söylendiği bilinen destandır. Kimilerine
göre Hiung-nular dönemindeki, kimilerine göre ise 1120’li yıllardaki
Karahıtaylar ile olan mücadelelerin tarihi alt yapısını oluşturmuş olduğu
söylenmiştir[28]. Bu görüşlerden başka A. N. Bernştam’ın
Manas Destanı’nın VIII-IX. yüzyıllarda Uygurlarla yapılan mücadeleler ve
XVII-XX. yüzyıllardaki hadiseler olmakla birlikte iki gerçekçi tarihi zeminde
oluştuğunu ve Manas gerçek kimliğinin Yaglakar Han olduğunu söylemiş olması
önemlidir. M. O. Auezov ise Manas Destanı’nın IX. yüzyıldan başlayarak tarihi
olaylarla paralel olarak ilerdeğini söylemiştir. B. M. Yunusaliev’in görüşüne
göreyse destan Hıtay mücadeleleri (X. Yüzyıl), Moğol mücadeleleri (XIII.
yüzyıl) ve Kalmuk mücadeleleri
(XVI-XVIII) gibi pek çok tarihi cidelin bir mecmuası olarak ortaya çıkmıştır[29]. Manas
Destanı’nın 1750 yılına kadar yazılmaya devam edildiği bilinmekle birlikte[30] Kırgızların yaşayış biçmi, dünya
görüşü, tarihi, sosyal ve ruh dünyalarını, gelenek ve ahlak telakkilerini
yansıtan bir edebi eser olduğu
söylenmiştir[31].
Genel
olarak İslamiyetin etkisinde olmadığı, daha çok Şamanist Türk adet ve
motiflerinin mevcut olduğu söylenmiş olmasına rağmen Z. V. Togan ve Macar alim
von Almaşı’nın görmüş oldukları ve bugün için kayıp olduğu söylenen iki nüshada
İslâmi etkinin daha yoğun olduğu bildirilmiştir. Dört rivayet arasında daha
ziyade İslâmî olarak lanse edilen Sagımbay Orazbakoğlu rivayetinde dahi İslâmî
tesirlerin abartılacak kadar yoğun olmadığı ve defin, nikah töreni gibi bazı
kısımlarda Şamanist etkinin kuvvetli şekilde kendini gösterdiği bilinmektedir[32]. Diğer dört rivayet ise Manasçı Yolay’dan
kaydedilmiş olan 17.774 mısra olan Yolay Rivayeti, 19.000 mısradan fazla olduğu
söylenen ve Gömeç tarafından Manas hakkında derlenmiş ilk rivayet olarak bildirilmiş
Çokan Velihanov rivvayeti, 32.000 mısra
olan Bekmurat rivayeri ve en geniş rivayet olduğu fark edilebilen ve 40.000
mısradan oluşan Karalay Sayakbayoğlu rivayetidir[33].
Manas
destanının 1856 yılında Çokan Velihanov tarafından keşfedildiği söylenmiştir.
Velihanov’un Manas Destanı üzerine olan çalışmaları İzvestya desgisinde “Cungar
Hadiseleri” adıyla yayınlanmıştır[34]. Ancak Velihanov’un çalışması Manas
destanı hakkında verilen ilk bilgi değildir. Manas Destanı hakkındaki ilk
bilgilerin XVI. yüzyılda Seyfeddin Aksi tarafından yazılmış Mecma’üt-Tevarih
içerisinde verilmiş olduğu belirtilmiştir[35]. Daha sonra, 1849 yılında Franel’in bir
raporunda konuya değinilmiş ve bu vesile ile de Çokan Velihanov konuya dahil
olmuştur[36]. Altmıştan fazla nüshasının olduğu
bilinen Manas Destanı üzerine yapılmış olan bir diğer önemli çalışma Radloof’un
1869’da derlediği eseridir ki Proben’in V. cildinde yayınlamıştır. Arthur T.
Hatto çoğrafya ve özel isimlere ağırlık vermiş olduğu bilinen eserinde destanı
İngilizceye çevirmiştir[37]. Bunlardan başka bir önemli çalışma da
A. İnan tarafından yapılmıştır.
Şu Destanı: Saadettin Gömeç’in İskender ve o
devirlerdeki Türk hükümdarı Şu’nun arasındaki mücadeleyi ve ilişkileri
anlattığını bildirdiği destandır. Gömeç destanı bir Kalaç Destanı olarak
adlandırmış ve kaynağının Dîvânu Lügâti’t-Türk’deki Türkmen maddesi olarak
belirtmiştir[38]. Kaşgarlı Mahmut ise Türkmen maddesinde
Şu Destanını aktarırken Şu’nun rakibini İskender olarak değil Zülkarneyn olarak
belirtmiştir. Destan, Zülkarneyn’in Türk topraklarına yaklaşması sonucu
kalabalık ordusundan dolayı Türk Hükümdarı Şu’nun Çin hudutlarına göç edip
mukabele etmemesi, Şu’nun göçü esnasında halkının bir kısımının arkada kalması
ve bunların daha sonradan Oğuzların 22 boyunu teşkil etmesini anlatır. Diğer
taraftan bu yirmi ikilerin yolda karşılaştıkları Şu’nun ordusunun peşinden
gitmekte olan iki kişinin de Kalaçları oluşturduğu Kaşgarlı tarafından
bildirilmektedir[39]. Gömeç’in verdiği bilgilere göre bu iki
kişinin de yirmi ikilere katılmasıyla Oğuz boyları 24 kişi olmuştur[40]. Ancak Kaşgarlı Kalaçları Oğuzlar
arasında düşünmemiş olmalıdır ki Oğuz maddesi altında sadece yirmi iki tane
Oğuz boyu saymıştır. Destanın sonunda Şu ve Zülkarneyn’in öncü kuvvetlerinin
çarpıştığı, Şu’nun kuvvetlerinin üstün geldiği ve barış sağlandığı anlatılmıştır.
Tüm bu bahsedilen hadiselerin tarihine yönelik ise daha Tiraz, Sayram gibi
şehirlerin henüz kurulmadığı Balasagun’un da daha yeni kurulduğu bir zaman
belirtilmiştir. Ayrıca destan’da Şu’nun kendi adıyla anılan bir şehir kurduğu
da geçmektedir. Destan Türkmen kelimesinin kökünü Zülkarneynin bahsi geçen
arkada kalmış Türklere rastlaması üzerine onların tamgalarını görmesiyle Farsça
Türk mânând [bunlar Türk’e benziyor] demesine dayandırmıştır. Esasen bu durum
Kaşgarlı Mahmud’un Şu Destanı’nı neden Türkmen maddesinin altında anlattığını
açıklar niteliktedir[41].
Dede Korkut Kitabı: Muharrem Ergin tarafından eserin bir
nevi müellifi durumunda olduğu söylenen Dede Korkut’un düzenlediği hikâyelerden
oluşan mecmuaya bugün “Dede Korkut Kitabı” dendiği bilinmektedir. Bu sebeple
Korkut Dede/Ata söylemi üzerine olan şüphe hem müellif olarak belirtilmiş Dede
Korkut hem de eserin adı üzerine olan bir problemdir. Dede Korkut Hikayelerinin
batıda nisbeten unutulmuş olmasına karşın Türkistan sahasında varlığını sürdürdüğü
ve dede kelimesinin batı Türkçesi kökenli olduğu Ergin tarafından belirtilmiştir.
İki bilgi birlikte düşünüldüğünde eserin ve Dede Korkut’un adındaki dede kısmının
esasen ata olması gerektiği daha akla yatkın gelmekte ise de eldeki iki
nüshadan Dresten nüshasında 4 yerde Korkut Ata geçmesimesine rağmen 29 yerde
Dede Korkut geçmesi, Vatikan nüshasında ise sadece bir yerde Korkut Ata olarak
geçmesi eldeki nüshaların dede kelimesi lehinde olduğunu göstermektedir. Korkut
Ata söyleminin Camiü’t-Tevarih’de, Şecere-i Terakime’de, Tarih-i Dost Sultan’da,
Yazıcı-zâde Selçuk-nâmesinde, geçmesine
karşın sadece Topkapı Sarayı Oğuz-nâmesi ve Câm-i Cem-âyin ve Atalar Sözi gibi
kaynaklarda Dede Korkut söylemine rastlanması[42] dede kelimesinin kullanımının
nüshaların kaleme alındığı çağ ile de alâkalı olabileceğini düşündürtmektedir. Gülşen Seyhan Alışık’ın verdiği bilgilere göre
elde bulunan yazmalar XVI. yüzyıldan kalmadır ki bu da Türkçe açısından daha
geç bir döneme isabet etmektedir[43].
Son olarak bahsi geçen kelime gurubunun Ergin tarafından Dede Korkut
hali ile kabul edilmiş olduğu belirtilerek bu kısım sonlandırılabilir[44].
Gülşen
Seyhan’ın Dede Korkut Kitabı’nda Türk tarihinin değişik tabakalarının izlerinin
bulunduğunun söylenmesi onun bir bütünlük arzettiğini belirmesi açısından
Kerime Üstünova[45] ve Ergin’in[46] Dede Korkut Kitabındaki hikayelerin
kurgu olarak birbirinden bağımsız olmasına karşın Oğuzların ictimaî hayatını
yansıtması, imgesel ve motifsel bazda bir bütün oluşturduğunu bildirmesini
açıklar niteliktedir. Dede Korkut Hikayelerinin tümünde edebî üslupsal,
kurgusal ve algısal pek çok ortaklık keşfedilmiştir. Kadından, alp tipine, aile
kavramından dilsel yapıya kadar Türk kültürünün pek çok noktası açısından
önemli yansımalar barındırmaktadır. Dilsel olarak Bilge Kağan ve Kültigin adına
dikilen yazıtlardaki bazı söylemleri dahi bünyesinde barındırması söz konusu
olmakla birlikte işlenen motifler de Türk düşünce ve algısını sunmaktadır. Bu
söylenilenlere örnek olarak körür gözü körmez ol- deyiminin hikayelerin
üslûbunda yakalanmış olması dilsel geleniğin devamlılığını işaret etmesi
açısından gösterilebilir. Ayrıca Beyrek’in babasına evleneceği kızın
niteliklerini belirttiği kısımın Türk algısında ideal kadını yansıtması ve bu
idealite içerisinde kadında da yiğitlik arandığının görünmesi yine örnek
gösterilebilir[47].
Hareket
sahasının Gürcistan-Pasinler-Ağrı dolayları olmasına rağmen hikayelerdeki Oğuz
memleketinin Sırderya taraflarında olduğunu belirten Ergin’in verdiği bilgilere
göre hikayelerin esasları Oğuzların Anadoluya yerleşmeden önceki dönemleri ile
ilgilidir. Reşidüddin’e ve Aybek’e referans vererek Ergin hikayelerin XIII.
yüzyılda oluşmuş olabileceğine dikkat çekmiştir. Eserdeki islâmî etkinin
zayıflığı da bu fikre destek olarak sunulmuştur. Tesbit konusunda ise Ergin XV.
Yüzyılın ortaları ya da ikinci yarısını işaret etmiştir. Hikayelerin yazıma
geçirilmesi hususunda ise yazınsal verilerden hareketle Osmanlılara ve
Osmanlıların Anadoluda kuvvetlenmeye başladığı bir zamana işaret eder[48].
Dede
Korkut Kitabı’nın bilinen iki nüshasının mevcut olduğu zikredilmiştir.
Bunlardan biri H. O. Fleischer tarafından Dresten Kral Kütüphanesinde bulunmuş
olan Dresten nüshası ve diğeri Ettore Rossi tarafından bulunmuş olduğu
zikredilen Vatikan nüshasıdır[49]. Dresten nüshasında on iki hikâyenin
mevcut olduğu, Vatikan nüshasında 6 hikayenin mevcut olduğu ve Vatikan
nüshasının Dresten nüshasına nazaran daha hasarlı bir nüsha olduğu Dede Korkut
Kitabı’nın nüshaları hakkında bildirilenler arasındadır[50].
Dede
Korkut Kitabı üzerine ilk yapılan çalışmanın Diez tarafından yapıldığı bilinmektedir.
Diezin metni iyi anlayamamasından dolayı çalışmasının da problemli olduğu
bilinmektedir. Diez’den sonra bir diğer önemli çalışma W. Barthold yapılmıştır.
Barthold 1894 tarihli çalışmasında Deli Dumrul Hikayesi’ni Rusçaya çevirmiştir.
Korkut Ata’nın şahsiyeti üzerine çalıştığı bilinen K. İnostrantsev’in bir diğer
önemli araştırmacı olduğu söylenebilir. Türkiye’de ise ilk neşir çalışması
Kilisli Rifat Efendi tarafından yapılmıştır. Diez’in hasarlı ve problemli
kopyasına dayanılarak hazırlanmıştır. Fuat Köprülü’nün de Dede Korkut Kitabı
üzerine Türk Edebiyatın’da İlk Mutasavvıflar isimli kitabında, 1932 yılında
Yurt Bilgisinde yayınlanan makalelerinde
değinmiştir. Diğer bir önemli araştırmacı A. İnandır. İnan’ın Dede Korkut ve
kitabı ile ilgili Türkiyat Mecmuası, Ülkü gibi dergilerde pek çok makalesi
yayınlanmıştır. Zeki Velidi Togan’ın
Atsız Mecmuası’nın on üçüncü sayısındaki “Türk Destanının Tanifi” adlı
makalesinde de Dede Korkut Kitabından bahsedildiği bilinmektedir. Son iki önemli neşir ise Orhan Şaik Gökyay’ın
(1938) ve Muharrem Ergin’in çalışmalarıdır. Fahrettin Kırzıoğlu ve A. İnan’ın
ise Dede Korkut Hikayeleri’ndeki yerler konusunda en çok araştırma yapanlar
arasında olduğu zikredilmiştir[51].
Olonho Destanları: Saha Türklerine ait olduğu söylenmiş
olan Olonholar, tıpkı Manas destanı gibi kendilerine has “anlatıcılara” sahiptir.
Olonho destancılarına oloñhohut dendiği zikredilmiş olduğu gibi olonho
söylemeğe de oloñholoomak dendiği bilinmektedir[52]. İki kavramında kökünde olduğu
anlaşılan Oloñho/Oloñxo kelimesinin ise Kıpçak lehçesindeki ölöñ, Yakut
lehçesindeki olox ve kohoon kelimeleri ile alâkalı olduğu zikredilmiştir.
Bahsedilen kelimelerin birleşiminden oluşmuş olduğu söylenen oloñho/oloñxo kelimesinin
anlamının hayat tarzını, başlangıcını yerleştirmek, hayatı tayin etmek ve ya
bir ölünün hatırasının tazizi için şarkı söylemek anlamına geldiği Kirişçioğlu
tarafından bildirilmiştir [53].
Toplamda
150 tam metni ve 80’den fazla kısa özeti bulunduğu ve Sakaların kahramanlık
ddestanlarından oluştuğu söylenen Olonhoların hangi devre ait olduğu konusunda
bir netlik olmadığı bildirilmiş olmasının yanısıra[54] yerli ve yabancı tarihçilerin Sahaların
kuzeydoğudaki memleketlerine göçmesinden önceki dönemlerde Olonhoların doğmuş
olabileceğini söylediği bilinmektedir[55].
Oloñhoların kompozisyon
öğeleri Kirişçioğlu tarafından dörde ayrılmıştır. Düğüm noktası, doruk noktası,
çözülüş noktası, son nokta. Düğüm noktası, Oloñho kahramanının giriştiği
çatışmanın nedenlerini, doruk noktası, kahramanın en önemli rakibiyle savaştığı
sahneleri; çözülüş noktası, kahramanın ülkesine dönüşünü, son nokta ise tüm
olayların iyi güçler ve kahramanın zaferiyle sonuçlandığını, uraangxay saxa insanlarının
varlıklarını mutlu mesut sürdürdüklerini anlatan bölümlerdir[56]. Olohoların konuları itibari ile üç
kısma ayrıldıkları ayrıca haklarında söylenenler arasındadır. I- Ayıı Oymaklarının
orta dünyaya yerleşmesini konu alanlar, II- Sahaların ataları hakkında
anlatılanlar, III- kün uluslarının koruyucuları hakkında anlatılanlar[57].Bahsi geçen kısımların içerikleri
hakkında daha detaylı bilgilere Kirişçioğlunun bildirisinden ulaşılabilir[58].
Oloñholar üzerine ilk önemli çalışmalar 1850-1930 yılları
arasında yapılmıştır. 1925 yılına kadar çalışmalarda bulunmuş oladan ilki E. K.
Pekarskıy’dır. Ancak Oloñhoların metnini ilk yazıya geçirenin A. Y. Uvarovskıy
olduğu belirtilmiştir. İlk akademik makalenin ise O. N. Böthlink tarafından
tamamlandığı bilinmektedir. Pekarskıy,
Böthlink ve diğer bir öenmli çalışmacı olan İ. A. Hudyakov’un Oloñhoları destan
değil masal olarak algıladıkları fark edilebilirken S. V. Yastremskıy’nin 1925
yılından sonraki çalışmaları ile birlikte Oloñhoların destan olarak kabul
görmeye başladıkları bilinmektedir[59]. Türkiye sahasındaki en önemli
çalışmalardan biri 2009 yılında Oloñhoların üzerine müstakil bir doktor tezi
hazırlamış olan Murat Ersöz’e aittir. Haricen Gömeç’in “İslam Öncesi Türk
Tarihinin Kaynakları Üzerine” isimli makalesinde bilgiler bulunmaktadır.
Alpamış
Destanı: Özbeklerin
en önemli kahramanlık eposlarından biri olarak tarif edilmiş olan Alpamış
Destanı[60]’nın Kara-Kalpak, Başkurt, Kazak
Türklerinde de mevcut olduğu Gömeç tarafından belirtilmiştir[61]. Özbek Hanlarından Buhara Emiri
Nesrulla devrinden beri söylendiği bilinen detsanın Özbek versiyonunun
Özbekistan ve komşu devletlerinin sınırlarında otuzdan fazla baksıdan dinlenip,
tam ve parça parça olmak üzere otuz beş kere derlendiği zikredilmiştir[62].
Gömeç’in Dede Korkut Hikayelerinden “Bay Böre Bek-oğlu
Bamsı Beyrek” hikayesinin bir varyantı olarak değerlendirdiği destanın farklı
isimler altında farklı Türk topluluklarında da var olduğu bilinmektedir. Bunlardan
Alıp Manaş adıyla anılan versiyonun Altay Türklerine ait olduğu ve Batı Sibirya
sınırlarında yayıldığı bilinmektedir. Bu varyant’ın N. U. Ulagaşev (1939-1941) ve
Oçubay Alekseyev tarafından iki metin olarak derlendiği bilinmektedir. Türkiye
sahasında ise 1997 yılında Metin Ergun tarafından çalışılarak Türkiye
Türkçesine aktarılmıştır. Başkurt ve Kazak sahalarına yayılmış olduğu
bildirilen Kıpçak versiyonu 1941 yılında Alpamışa hem Barsın Hıluv adıyla
Ufa’da neşredilmiştir. 1946 yılında Tatarskiye Narodniye Skazki adıyla Kazanda yayınlanan eserin yedinci ve on
sekizinci sayfaları arasında yine Kıpçak verisyonuna ait metnin varolduğu
zikredilmiştir. Kongırat versiyonu olarak anılan varyantın Özbekistanın güney
topraklarında şekil aldığı söylenmiş olmakla beraber bahsi geçen Kongratların
Muhammed Şeybanî Han döneminde Deşt-i Kıpçaktan gelen ve han tarafından
Termiz’in kuzey topraklarına yerleştirilen Özbek kabilelerinden biri olduğu
zikredilmiştir. Tüm varyantlarda 16.-17. Yüzyıldaki Kalmaklar ile diğer
Orta-Asya Türklerinin mücadelelerinin önemli izlerinin bulunduğu söylenmiştir[63]. Bahsi geçen varyantların yanı sıra
Özbekistan’da henüz derlenmemiş birçok varyantın da varlığı bildirilmiştir.
Alpamış destanının bu kadar geniş sahada varlık göstermesine rağmen en zengin
ve orjinallerinin Özbeklere ait olması destanın daha çok Özbek karakteri
taşıdığını ileri sürenleri destekler niteliktedir[64]. Gömeç’in konu hakkındaki görüşünün de
destanın “Bay Böre Bek-oğlu Bamsı Beyrek” hikayesinden kaynaklandığı yönünde
olduğunu bir kere de bu açıdan hatırlatarak konu sonlandırılabilir.
Diğer
Türk Destanları: Diğer önemli destanlardan biri İslâm öncesinde de
sonrasından da izler taşıyan Kublandı[65]/Kobulandı Batır Destanı’dır ki Türklerin ata ve
kadına verdiği değeri yansıtması açısından önemli bir destandır. Kıpçak-Özbek
mücadelelerinin motiflerini işleyen destanda Türk düşündesindeki alp, batır,
yani vatan sever erkek tipi açıkca görülebilir[66]. Abılay Han Destanı ise Kazak Türklerine ait
destanlardan olup 15. Yüzyıldaki Kazak boy birliğinin teşekkülünün izlerini
taşıyan bir destan olarak tarif edilmiştir. Çora Batır destanı Kazan bölgesi
Türklerine ait destanlardan olup Ruslara karşı son müdafaayı gerçekleştirdiği
bilinen Çora Batır’ın ve Koçak oglanın Kazanı cesurca savunuşunu işleyen
destandır. Sovyet Rusya zamanında yasaklanmış olduğunun bilgisi toplum
üzerindeki etkisine bir ışık tutabilecek mahiyettedir[67].
[1]
Zeki Velidi Togan, Oğuz Destanı Reşideddin
Oğuznamesi, Tecüme ve Tahlili, İstanbul 1982, s. 148.
[2]
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. I, Ankara 1993, s.
128-132.
[3]
Togan, a.g.e., s. 148.
[4]
Nurer Uğurlu, “Oğuz Kağan
Destanı”, Oğuz Kağan Destanı, editör:
Ö. Andaç Uğurlu, İstanbul 1012, s. 43.
[5]
Ögel, Mitolojisi, 115-144.
[6]
Bu noktadan sonra “UOKD”
kısaltmasıyla belitilecektir.
[7]
Togan, a.g.e., s. 122.
[8]
Mukayese için bkz. Ögel’in Türk Mitolojisi I eserinin Uygurca Oğuz
Kağan bölümü ve Velidi Togan’ın Destanı Reşideddin
Oğuznamesi, Tecüme ve Tahlili isimli eserinin metin kısmı.
[9]
Ögel, Mitolojisi, s. 18-29; Kara, a.g.m., s. 543-547.
[10]
Chao Shu için bkz. “Çin
Yıllıkları” başlığı.
[11]
Ögel, Mitolojisi, s. 60-70.
[12]
Gömeç, “Kaynakları”, s. 52.
[13]
Ögel, Devlet Anlayışı, s. 101-102; Gömeç, “Kaynakları”, s. 55.
[14]
Ögel, Mitolojisi, s. 17; Gömeç “Kaynakları”, s. 55.
[15]
Fuat Bozkurt, Türklerin Dini, İstanbul 1995, s. 7.
[16]
Ögel, Mitolojisi, s. 17-18; Gömeç, “Kaynakları”, s. 55-56.
[17]
Fuzuli Bayat, Türk Mitolojik Sistemi I, İstanbul 2011,
s. 167-172.
[18]
Bozkurt, a.g.e., s. 8.
[19]
İbrahim Kafesoğlu, Umumî Türk Tarihi Hakkında Tespitler
Görüşler, Mülâhazalar, İstanbul 2014, s. 90-93.
[20] Ögel, Mitolojisi, s. 73-79.
[21] Ögel, Mitolojisi, s.77-78; Gömeç, “Kaynakları”, s. 56.
[22]
Varis Çakan, “Tarihteki
Efsanevi Turan Padişahı Alp Er Tunga Hakkında”, Tarih Araştırmaları Dergisi, XXII/35, Ankara 2004, s. 4.
[23]
Kaşgarlı Mahmud, a.g.e., s. 139, 577.
[24]
Saadettin Gömeç, “Tonga
Tigin’in Kimliği Üzerine”, Türk Dünyası
Tarih Dergisi, S. 170, İstanbul 2001, s. 206-207.
[25]
Çakan, a.g.m., s. 3-5.
[26]
Çakan, a.g.m., s. 5; Gömeç,
“Tonga Tigin”, s. 208.
[27]
Heredot……..
[28]
Radloff, a.g.e., s. 10.
[29]
Şurubu Kayhan, Manas Destanı’nın Tarihi Tabakaları,
Ankara 2005, s. 23-24.
[30]
Radloff, a.g.e., s. 10.
[31]
Kayhan, a.g.e., s. 9.
[32]
A. İnan, Manas Destanı, İstanbul 1992, s. IX.
[33]
Gömeç, “Kaynakları”, s. 60.
[34]
Kayhan, a.g.e., s. 14.
[35]
Radloff, a.g.e., s. 10.
[36]
Kayhan, a.g.e., s. 13.
[37]
Radloff, a.g.e., s. 14.
[38]
Gömeç, “Kaynakları”, s. 59.
[39]
Karşgarlı Mahmud, a.g.e., s. 607-608.
[40]
Gömeç, “Kaynakları”, s. 59.
[41]
Karşgarlı Mahmud, a.g.e., s. 354-355, 607-608.
[42]
Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı – 1, Ankara 2014, s.
1-3, 55.
[43]
Gülşen Seyhan Alışık, “Dede
Korkut Kitabını Anlamaya Katkılar”, Türkoloji
Dergisi, XV/1, Ankara 2002, s. 145.
[44]Ergin, a.g.e., s. 2.
[45]
Kerime Üstünova, “Dede
Korkut Kitabını Oluşturan Destanlardaki Ortak Özellikler”, Türkish Studies, III/1, İstanbul 2008, s. 138.
[46]
Ergin, a.g.e., s. 23.
[47]
Üstünova, a.g.m., s.
139-141.
[48]
Ergin, a.g.e., s. 51-56.
[49]
Rıza Gül, “Dede Korkut
Hikâyelerinde Söz Kalıpları”, Dicle
Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 10, Diyarbakır 2008,
s. 100-101.
[50]
Ergin, a.g.e., s. 64-70.
[51]
Ergin, 53,56-63.
[52]
Murat Ersöz, “Saha (Yakut)
Türklerinin Culuruyar Nurgun Bootur Destanı”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Türk Dili Edebiyatı Anabilimdalı Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara
2009, s. 14.
[53]
Ölöñ
kelimesinin,
şarkı, türkü gibi anlamlara geldiği zikredilmiştir. Olox kelimesinin ise yer, makam, hayat tarzı, başlangıç, ölünün
hatırasının tazizi anlamlarına geldiği söylenmiştir. Kohoon kelimesine de tarihi şarkı anlamının yüklenmiş olduğu
görülebilir. Sonuç itibari ile Fatih Kirişçioğlu, Oloñho kelimesinin ya ölöñ
ya da oloh kelimelerinin kohoon kelimesiyle birleşmesi ve kohoon kelimesinin sonundaki –hoon ekinin düşmesi hasebiyle oluştuğunu
söylemiştir; Fatih Kirişoğlu, “Saha Türk Destanı “Oloñxo”, Çağdaş Türklük Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri (8-10 Mayıs),
Ankara 2004, s. 124..
[54]
Gömeç, “Kaynakları”, s. 61.
[55]
Ersöz, a.g.t., s. 17-18.
[56]
Kirişoğlu, a.g.b., s.
125-126.
[57]
Ersöz, a.g.t., s. 18.
[58]
Kirişçioğlu, a.g.b., s.
127.
[59]
Ersöz, a.g.t., s. 17.
[60]
Fazıl Yoldaşoğlu, Alpamış Destanı, Ankara 2000, s. XXXVII.
[61]
Gömeç, “Kaynakları”, s. 58.
[62]
Yoldaşoğlu, a.g.e., s. XXXVII.
[63]
Yoldaşoğlu, a.g.e., s. XXXIX.
[64]
Selami Fedakar, “Alpamış
Destanı ve Bey Böyrek Hikâyesi Arasında bir Karşılaştırma”, Milli Folklor Dergisi, XIII/51, Ankara
2017, s. 52.
[65]
Gömeç, “Kaynakları”, s. 60.
[66]
Orhan Söylemez-Lezzet
Aliyeva, “Alpamış Batır, Er Targın Destanlarında Kahraman, Kadın ve At
Motifleri Üzerine Bir Deneme”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 14, Erzurum 2000,
s. 35-37.
[67]
Gömeç, “Kaynakları”, s.
58-60.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder